19 Temmuz 2010 Pazartesi

Bende Hüküm Sür


Ne desem artık? Yani öyle anlar vardır ya hayatta! Diyecek o kadar çok şey vardır, o kadar çok şey vardır ki nerden başlasan bilemezsin! Afallarsın! Böyle kelimeler hazımsızlıktan ağzına gelirde dışarı çıkaramazsın! İşte aynı o durumdayım! Bir başlasam bendini aşmış coşkun sular gibi insan, hane tanımadan yıkıp geçeceğim!
Şimdi, bir sınır kapısında bekliyorum seni. Eğer topraklarıma girmeye karar verirsen seni ve silahlarını teslim alıp, saraya götüreceğim... Görüyorum ki sen sınırlarıma yaklaşıp sonra nanik yapıp kaçmakta kararlısın... Ülkene ambargo koymadan çık gel. Bu söylemi pek sevmesemde "vakit daralıyor!" Neden daralıyor biliyor musun? Çünkü biliyorum ben ne yaşadığımı... Artık damarlarımda taşıdığım sen menşeli acılarım var! Çok alıştım onlara. Hatta müptelası oldum! Yani o saplayıp gittiğin hançer var ya! Onu çoktan sökmüş olsamda göğsümden yeri her hareketimde ben burdayım diyor... Yorgunum ama... Çok yorgunum! Ve bitecek elbet birgün pes edeceğim! Omuzlarım çökecek ve yığılacağım! Eğer yığılır kalırsam... İşte o zaman senden nefret ederim işte! Ama aşkla harmanlanmış bir nefret değil! Eni konu bildiğin şiddetli bir nefret!
Öyle güzel inandırmıştım ki kendimi herşeyin bittiğine! Hiç olmamışsın gibi "yolculuklara" devam edecektim! Her döndüğümde başkalaşıp gelecektim! Ama rahat durmadın.... Hoş içten içe biliyordum bir kuş uçuracağını! Fakat böyle pervasız, böyle hiçbirşey olmamışçasına ortaya çıkıp, sarkacı elime tutuşturcağını kestiremezdim! Nasıl oluyorda kaldığımız yerden devam edebiliyoruz? Nasıl sanki o geceler hiç senli-sensiz geçmemiş gibi gülüp eğleniyoruz?
İnan yok bir cevabım! Sadece bir kararım var! Ben sabit kalıyorum! Yığılsamda, yıkılsamda,gelsende gelmesende bu sınırda seni bekliyorum! O tarafa geçmeye niyetim yok! Eğer hazırsan, ben yığılmadan gel ve bende hüküm sür!

16 Temmuz 2010 Cuma

Gelmeye Dair


Yolculukları severim. Molalarda kaşarlı tost ve ekşi ayran iyiydir! Yarı uyuyarak sabaha karşı içtiğin sigara, vapurda gün doğarken yudumladığın çay, tanık olduğun dağlar, taşlar, ağaçlar, aştığın kilometreler, tanıdığın yol çizgileri, tanıyamadığın bulutlar, yerleşim yerlerinden geçerken sağlı sollu yerleşmiş haneler, hanelerin ışıkları... Evet, uykum kaçtığında kendimce bir oyun oynarım. Otobüsten gözüme kestirdiğim sabahın o saatine rağmen hala ışığı yanan hanenin içinde o an neler yaşandığını tahmin ederim. Gözlerimi kapatır, ve eve doğru akarım patikalardan! Şanslıysam bazen camda bir silüet bile görürüm, o zaman çok daha kolaydır hayal etmek! Yollar akarken altımızda ıskaladığımız onlarca hayat... Esasen bunu farketmemi sağladığı için severim yolculukları! Gelmenin heyecanınıda, gitmenin hüznünüde aynı severim! Ne daha az ne daha fazla! Ve haneler, haneler... Kiminin ışığı yanıyor, kimi çoktan uykuda... Otobüsün camından bir saniye bir saniye misafir olabildiğim onlarca hayat! Benim hayatımda otobüs yolculuğu gibi... Allahtan daha sık ihtiyaç molası veriyorum.
Yolculukta sevdiğim bir diğer şeyde hiçbir zaman döndüğünde aynı insan olmayışındır! Bunu oldukça geç farkettim ama... Çünkü fiziksel olarak katettiğin yol senden dışarı doğru yönsel bir hareket izler, ya manevi olarak aldığın yol? Sırt sırta vermiş iki araç aynı anda aynı hızla zıt yönlere doğru yola çıkıyor! Biri ruhundan içeri kayarken, diğeri bedeninden dışarı akıyor... Dolayısı ile yolculuklar kendimizle başbaşa kalabildiğimiz nadide saatlerden oluşuyor! Kilometreler ve yol çizgileri sanki içindeki yolculuğun, gözlerimizden projektörle asfalta yansıması gibi...
Yolculuklar bir gidiş ve bir gelişten oluşuyor! İkisininde çok ayrı tadları var! Bundan aylar önce bıraktığım için üzüldüğüm İzmir beni başka bir çehreyle karşıladı! Asılmıştı suratı ve saçları oldukça yağlıydı! Seni tanımıyorum der gibi bakıyordu! Oysa bende yakından bakmasam onu hayatta tanımazdım! İzmir garipleşmişti! Sanki içine doğru göçmüş ve küçülmüştü! Oysa ne kadar özleyerek gelmiştim onun kucağına! İzmir bu kadar değişmiş olabilir miydi? Elbette olamazdı.
İzmir neden değişsindi ki ? İzmir yolculuğa çıkmıyordu benim gibi... Eğer bir değişiklik aranacaksa o değişiklik bendeydi! Çünkü hayat otobüsünde o şehirden bu şehire yolculuğa sürüklenen bendim! Değişen bendim İzmir değildi!
Üzülerek farkına vardığım bu değişim beni bir ayrımın eşiğine getirip bıraktı! Otobüs yine ıssız bir yerde mola vermişti! Uçurumun kenarında, seçim yapmaya teşne kaşarlanmış bir edayla sigarayı tüttürerek bir uçurumun dibine bir karşı yakaya bakıyordum. Karşı yakada şikayet etmekten bir hal olduğum İstanbul fosforlarıyla bana bakıyordu! Beni çağırıyordu! Bende onu istiyordum!
Buralardan çekip giderken geri döndüğünde aynı kişi olmayacaksın dediklerinde gülüp geçmiştim! İnsan büyüdüğü şehre nasıl böyle yabancılaşabilirdi? İçerlemiştim bu duruma ama kendime itiraf etmem de gerekiyordu! Sigarayı söndürdüğüm gibi otobüse atlayıp geri geldim! İstanbul beni kendine nasıl bağlamışsa tebrik etmek lazımdı!
Bavulumu çekerek sabaha karşı ıslak ve boş sokaklarda sürüklenme sesinin yankılarını dinledim! Kapıyı açıp eve girdiğimde... Tarifsiz bir huzur vardı içimde... Üzerimi değiştirip yatağıma uzandığımda pencereden karşı balkonların kademelenerek aydınlanışını görüp, ardından yükselen martı seslerini ve onu takip ederek giderek artan araba vızırtılarını duyunca "İSTANBUL BİR SABAHA DAHA UYANIYOR" dedim içimden... Nemli ama serin sabah kokusunu çektim içime...gözlerim kapalıydı... Flaşlar çaktı o an beynimde karanlık gelmişti yine... Hemen silip attım zihnimden o elmasları. Artık herşey değişmişti... Ben eski ben değildim... Olmayacaktım... Olmamalıydım!