20 Mart 2013 Çarşamba

REZİ-DANS



İstanbul’a yerleşmeden önce Ataşehir’den sık sık geçerdim. Zira otobüsle yaptığım şehirler arası yolculuklarda indiğim terminal buradaydı. O koca binaların arasından geçerken bile ruhum daralırdı. İnsanların rezidanslarda bir hayatı nasıl yaşadıklarını hiç anlayamazdım.

Düne kadar bir kez bile içine girmediğim bu rezidanslara karşı mesafeli duruşum oldukça yerli yerindeymiş, kendi gözlerimle gördüm.

İstanbul’un bir ucunda bulunan yüksek binalar… Uzaktan bakınca üst üste konmuş konserve kutularını andırıyorlar. Ve bu binalarda istiflenmiş sardalyalar gibi insanlar… Bir ilüzyonun içinde var olmaya ve fark edilmeye çalışıyorlar. Tüketim toplumunun içten içe dayattığı ¨burada kaliteli adamlar yaşar¨ önermesi aslında ilüzyonun kendisi! Ve bu insanlar da var olmayan bir gerçekliğin peşinden giderken kendilerini bu hapishanelere kapatıyorlar. İşte Foucault’nun bahsettiği modern hapishane aslında İstanbul’un ve diğer metropollerin içinde…

3-5 yüksek bina bir alanda toplanıyor. Etrafı yüksek güvenlik önlemleri bahanesiyle bir güzel çevriliyor. Zira girmek ayrı dert çıkmak ayrı… Onlarca ayrı kapıdan ve güvenlik görevlisinden geçip farklı kartlar ve anahtarlarla sadece evinize ulaşmanız. 15-20 dakikanızı alıyor. Ve burada yaşayan insanlar ¨sizin güvenliğiniz için¨ yalanına inanıyor. Ve işin garibi her yeri kameralarla dolu bu kompleks alanda kendilerini güvende hissediyorlar.

Evlerdeki eşyalar genel geçer bir zevkle seçilmiş. Sadece özel eşyalarınızı alarak buraya yerleşebileceğiniz iddia ediliyor ancak bu da yalan! Çünkü istedikleri astronomik rakamların karşısında size sunulan devede kulak kalıyor. Ayrıca bu bedel 1 artı 1, bit kadar evler için talep ediliyor.

Hazır para mevzusuna değinmişken bir rezidansta yaşamanın adım başı para sayıldığını da belirtmeden geçemeyeceğim. Zira daha evi tutarken 3 astronomik kira ve bir depozitoyu peşin veriyorsunuz ve üzerine 12 aylık bir kontrat imzalıyorsunuz. Eğer arabanız varsa otopark için ayrı bir ücrete tabisiniz. Otel mantığıyla işletildiği iddia edilen bu sistemde ilginçtir ki Avrupa’nın en büyük spor merkezi olarak lanse edilen kompleks de ayrı bir bedel. Hem de öyle böyle değil havuzu kullanırsan ayrı para, squash yaparsan ayrı… Tüm hizmetler için ayrı ayrı tarifelerle sizi söğüşlemeye devam ediyorlar.

Oda servisi ve kuru temizlemenin rezidans hayatında çok büyük kolaylık sağladığı iddia ediliyor. Ama elbette bunlar da ücretli! Hatta söylendiğine göre toz aldırmak ayrı yatak toplatmak ayrı bir bedel. Astronomik rakamlar bunlarla da sınırlı değil! Zira bir aidat ücreti var ki düşman başına! Yani rezidans hayatında aldığınız nefes haricinde herşey ücretli!

Babil kuleleri gibi gökyüzüne uzanan bu binalarda yaşayan insanlar dış dünyayla tüm bağlarını koparmış durumdalar. Çünkü burada tam bir izolasyon söz konusu! Gözlerini dış dünyadan çevirip lüksün, hırsın ve satın alma dürtüsünün pençesinde kıvranıyorlar! Ve tek ilgilendikleri bedenler. Spor salonunda canla başla çalışan güzel vücutlu onlarca insan acaba bu gece kimi götürebilirim diye birbirlerine bakıyorlar. Teşhir etmekten ve röntgenlemekten zerre imtina etmiyorlar. Bu bedensel iştahın itkisiyle burada yaratılmış ilüzyonun peşinden koşuyorlar.

Rezidansı tanıtan insanların gerçekliği ise biz gezenler için ayrı imtihan. Çünkü burayı ballandıra ballandıra anlatan insanlar muhtemelen bu rezidansta yaşayacak parayı sittin sene kazanamayacaklar. Belki de bu olayın en acı tarafı!

Peki bu insanlar niçin bunu yaşıyorlar? Sebebi açık… Olup bitenin farkında bile değiller!  Bunu bir yaşam tarzı olarak algılıyorlar. İşin çarpıcı tarafı da rezindansta aldıkları her nefeste biraz daha saydamlaşıp, sentetikleşiyorlar. Sadece elleri ile hissediyorlar. Bu insanlar kendilerini kapattıkları bu hapishanelerde güvende olduklarını düşünüyorlar ama toplumdan soyutlanmanın asıl tehlike olduğunu bir türlü fark edemiyorlar.

3 Mart 2013 Pazar

Gülsüm, Gürses'i Yanına Çağırdı

Ümmü Gülsüm 
Onun sesini ilk duyduğum günü daha dün gibi hatırlıyorum. Hemen dönüp babama sordum ¨ Bu kim? ¨ diye... Duyduğum  ses Ümmü Gülsüm'e aitti! Öyle bir sesti ki duyduğum, adeta burnundan girip ruhuna karışıyor sonra da iki el gibi yüreğini sıkıyordu... Bazen de naif dokunuşlarla kanatıyordu kalbini, kağıt kesikleri bırakıyordu.

Ümmü Gülsüm eşsiz bir yorumcuydu. Şarkı içinde yaptığı onlarca emprovize tekrarın her birinde farklı bir şarkı söylüyormuş hissi yaratırdı. Bazen tek bir şarkısı 45 dakikanın üzerine çıkardı. İzleyiciler ise bıkmadan usanmadan, gözlerini bir an bile sahneden ayırmadan onu izlerdi. Arap sazlarıyla Olympia'ya çıkan ilk doğulu müzisyen de Ümmü Gülsüm'dü. Bu yüzden batı medyası onu ¨star of the east¨ olarak lanse etmeye başladı. Her ülkeden binlerce hayranı olan Gülsüm'ün bir diğer adı da Mısır Bülbülü'ydü.

Yaklaşık bir ay önce yani 3 Şubat günü Ümmü Gülsüm'ün 38. ölüm yıldönümüydü. Halk tarafından o kadar çok seviliyordu ki 1975'te öldüğünde cenazesine milyonlarca insan akın etti. Yerel bir caminin imamı olan babasının ona öğrettiklerini ve geldiği yeri hiç unutmadı. Köylü oluşundan hiç gocunmadı. Sesi yaşadıklarının,geçmişinin yansımalarını taşıyordu. Samimi duruşu sayesinde hayranlarının gönlünde taht kurdu. Ölümünden 38 yıl sonra dahi Arap müzik literatürünün en önemli figürü olarak adını altın harflerle kazıdı.

Bunları niçin mi anlatıyorum? Çünkü bugün 3 Mart ve ölüm mevsimi bir yaprak daha kopardı dalımızdan. Müslüm Gürses'i kaybettik. Ümmü Gülsüm'le Müslüm Gürses'in ne alakası var diyebilirsiniz, Aslına bakarsanız çok alakası var! Zira Gürses de aynı Gülsüm gibi halkın ciğerparesiydi.  Ne geldiği yeri unuttu ne de asıl görevini. Aşkla müziğini icra etti. Onlarca insan konserlerinde kendini jiletledi. Bu elbette manyaklıktı ama Gürses'in kitleleri nasıl harekete geçirdiğine dair en belirgin emareydi de aynı zamanda.

Ümmü Gülsüm'ün Cenazesi


Müslüm Gürses çok özel bir yorumcuydu. Ancak bu yazıyı okuyan bir çok insan da benim gibi onu çok geç keşfettiğimizin farkındadır. Zira Gürses yıllar yılı bokladığımız arabesk müzik icracısıydı. Arabesk Müzik ise alt kültüre aitti. Ne zaman 2006 yılında Murathan Mungan'la yaptığı ortak çalışması
yayınlandı, Gürses o zaman kabul gördü, fark edildi ve sevildi. Çünkü yorumculuk böyle bir şeydi. Yabancı müzisyenlerin bestelerini Mungan'ın enfes sözleriyle öyle yürekten yorumladı ki her kesimden insanı mest etti. Ve ardından çıkardığı diğer albümler de bu mantıkla kaydedilmiş albümlerdi. Gürses'in hayran kitlesi daha da büyümüştü. Müslüm Gürses ancak ölümünden bir kaç sene önce herkese ulaşmayı başardı. Bu elbette kraldan çok kralcı toplumun kategorizasyon yarışının bir tezahürüydü. Zira   bir kesim arap motifi taşıyan, alaturka olan herşeyi temelden reddediyordu. Bunu yapan insanları da lümpen olmakla suçluyordu. Ve insanlar bazı değerleri ne kadar reddedersek reddedelim bu toprağın sesinin genetik kodlamımızda halihazırda var olduğunu çok geç keşfettiler. Daha doğru bir tabirle kim ¨itirazım var¨ dinlediğinde içinin cız etmediğini iddia edebilir ki? Belki bu toplumdan çoktan soyutlanmış veya asimile olmuş birileri... Geri kalanı ise kendini belli bir zümreye ait kılmak için şekil, şemal peşinde koşanlar...


Müslüm Gürses

Ümmü Gülsüm ve Müslüm Gürses aynı ruha sahip şahane müzisyenlerdi. Kaderin bir cilvesidir ki ikisi de ölüm mevsiminde bu dünyadan ayrıldılar. Ama delilerce sevilerek göçtüler... Arkalarında onlarca üzgün hayranını bıraktılar ve seslerini bizlerden mahrum ettiler.

Onlar için aklımda ki cennet tasviri sahne ışıkları yerine nurlar içinde karşılıklı şarkı söyleyen iki harikulade ses... İkisinin de bu dünyaya kattıkları ve miras bıraktıkları değer, tartışılmaz. İkisinin de ruhu şad olsun!

1 Mart 2013 Cuma

Mutluluk Keli-me

Sabahları kalkıp işe gidiyorum bir kaç haftadır. Ağzımızın tadı kaçmasın ama keyfim acaip yerinde. Uzun süredir hayalini kurduğum işi yapıyorum. İşimi, istediğim yöntemle, istediğim ortamda yapıyorum. Bu kadar tutkuylu bağlı olduğu bir işi yapmak kaç kişiye nasip olur şu hayatta merak ediyorum. Ancak bana kısmet oldu. Belki istikrar yine yok. Varsın olmasın. Ben köpek gibi çalışıyorum ve çok mutluyum. Ama bir tıkanıklığım var ki o da yazmak... Bir derdin varsa yazmak en kolay şey! Ama mutluyken... Mutluluk hakikaten keli-me!