15 Eylül 2015 Salı

Taşırmadan boyayınız!



Ey ahali! Kaçın!

Bir dönem her sokak arasında, kocaman objektifleriyle sümüklü çocuk peşinde koşan, mantar gibi türeyen kursları 'büyük sanatçı', 'fark edilmemiş cevher' edasıyla dolduran, her hafta sonu kendini dağa bayıra vurup, Canon mu? Nikon mu? tartışmalarıyla beynimizi üten güruh yıllar sonra geri döndü. Ve bu kez çok daha tehlikeliler! Ellerinde keçeli kalemleriyle hepimizi boyayacaklar! Hem de taşırmadan!

***

Sanırım her şey 2000'lerin ortasında başlamıştı. Teknolojik ivmeye bağlı olarak aniden ucuzlayıp, yaygınlaşan dijital fotoğrafçılık, oldukça geniş bir kitleyi bir anda esir aldı. Her köşe başında açılan fotoğrafçılık kursları, her hafta sonu düzenlenen foto-safariler, kendinden bir 'Ara Güler' yaratmak isteyen beyaz yakalıların bir anda gözdesi oluverdi.

Durumu biraz daha iyi olanlar kredi kartından 2 cırt cırt 6 taksitle makinelerine kavuşurlarken, geri kalan 'tutkulu fotoğraf sanatçısı adayları' Hayyam Pasajı ve Hamza Rüstem'in yolunu tutarak veyahut internet üzerinden sıkı pazarlıklarla birer dijital fotoğraf makinesi sahibi oluverdiler. Zaten işin satın alma kısmı tamamlanınca, hayallerinin %50 'process'i tamamlanmış oldu.

E makinalar alındı, kılıflarına konuldu konulmasına da bu son teknolojinin alamet-i farikası nasıl kullanılacaktı. Piyasa elbette bu ihtiyacı da hiç vakit kaybetmeden karşıladı.

Her yer bir anda fotoğrafçılık kurslarıyla doldu taştı. Ekseriyet orta yaş, uzun beyaz saçlı (tercihen yağlı ve az), at kuyruklu kart zamparaların hocalık yapmaya ve kendilerini pazarlamaya başladığı, geçkince ablaların da kursiyer olarak boy gösterdiği 'sanat ocakları' mantar gibi türedi. Uzun gece toplantıları, bitmeyen fotoğraf sohbetleri, şarap gecelerini hafta sonu kendini dağa bayıra vurmalı foto-safariler izledi. Herkes en az bir tane sümüklü çocuk çekerek yeteneğini kanıtladı.

Fotoğrafçılık aşkı her birinin içinde çığ gibi büyüyordu. Zira bu sayede standart beyaz yaka statüleri aniden level atlamıştı. Artık onlar da sanatla uğraşıyorlardı. Hem toplum tarafından takdirle karşılanıyor, hem de kendi aralarında caka satarak ego tatmini sağlıyorlardı. Bu kursların bir artısı da katılımcıların kendilerine yeni bir sosyal katman sağlaması oldu. Belki Pulitzer alamayacaklardı ama seks hayatları biraz şenlenmişti.

İnsanoğlu bu ya, yetmedi! Adı üstünde dijital fotoğrafçılık! Eserler dijital ortama da taşınmalı, her kare üzerinde uzun uzun tartışılmalıydı. Tartıştılar da! Her bir karenin altına onlarca yorum bırakarak uzun uzun, fotoğrafın enstantane, diyafram ayarını, leke dağılımını, fotoğraf makinesi markası ve modelinin fotoğraf üzerindeki etkisini aylarca tartıştılar. Her biri bir diğerine 'ben bu işi senden daha iyi biliyorum'u kanıtlayıncaya kadar tartışmaya devam ettiler.

Artık CV'lerin ilgi alanları kısmının ilk sırasında fotoğrafçılık vardı. Olmuştu işte! Artık her biri fotoğraf sanatçısıydı. Ancak o kadar çoğalmışlardı ki! Fotoğrafçı olmak zamanla hiç bir şey ifade etmemeye başladı. Önce kurslar teker teker kapandı, kursiyerler TV dizilerine geri döndü. Amatör fotoğraf sergilerinin sayıları azalırken, fotoğrafçılık forumları da miadını doldurarak birer birer yayın hayatına son vermeye başladı.

Çılgın kalabalık sakinleşmeye başlamıştı. Bu işe tutkuyla başlayıp, devam eden bir avuç insan kaldı geriye. Onlar da 'ticari zekalarını' kullanıp, piyasadaki bir başka kara delik olan 'Düğün & Doğum' fotoğrafçılığına yama malzemesi haline geldi.

Kalabalık dağıldıktan sonra yıllarca kendilerinden ses alamadık. Türdeşlerinden ayrılmak, yükselmek, parlamak için bir şey yapmalıydılar. Yaratıcı drama için fazla yetenek gerekirdi, sinema için de hem yetenek hem bilgi hem vizyon hem de çok para lazımdı. Müzik desen? Çok çaba sarf etmek gerekirdi. Sonuçta çalışan insanın o kadar vakti olmuyordu ki! Edebiyat? O da olmazdı zira çoğu kitapları kalınlığına göre seçiyor, iki kelimeyi bir araya getirip mail bile atamıyorlardı. Zaten attıkları mail için bir çevirmenle anlaşmak gerekebilirdi. Takdir edersiniz ki günlük hayatlarında Türkçe'den çok İngilizce'yi tercih ediyorlardı. Neden mi? Şapşallar sizi, elbette statü turnusolü yaratmak için! Eee resim? Hımm aslında resim olabilirdi. Resim ortamı über entellektüeldi. Hem hava olsun diye son zamanlarda bir kaç modern sanat müzesinde check in yapmışlıkları da vardı. enstelasyonların, soyut eserlerin önünde anlamasalar da uzun uzun beklemişlerdi. Hoş, ayıplanmamak için 'beğenmedim' , 'anlamadım' demeyi kendilerine yedirememişlerdi ama olsundu. Sonuçta çok da sanat dünyasına yabancı değillerdi.

***

İmaj, ortam tamamdı da! Bu resim nasıl yapılırdı. Tuval vardı, boyalar vardı da bunun bir tekniği yok muydu? Çöpten adam çizerken dahi zorlanan bir güruh koca bir tuvali nasıl boyayacaktı?

***

Düşündüler, düşündüler... A-ha evreka! Piyasa buna da bir çözüm buldu! Sıkı durun açıklıyorum!

'Büyükler için boyama kitabı'

Önce ilk kitap çıktı, ardından onlarcası takip etti. Ucuzu, pahalısı, konseptlisi derken gazete promosyonu bile oldu. İşte çılgın kalabalık sanatçı olduğunu kanıtlamak için yeni bir yol bulmuştu sonunda! Yıllar sonra keçeli kalemleriyle geri dönmüşlerdi! Her biri birer tane boyama kitabı edindi. Özene bezene masanın başına oturup sınırları siyah çizgilerle belirli beyaz boşlukları rengarenk boyamaya başladılar! Ne kadar zekice değil mi? Sonra hashtagler açıldı, Instagram hesaplarından eserler birer birer görücüye çıktı. Yorum ve beğenme gani gani... Oooooo ortam coştu ya! Hem bu boyama kitapları insanı rehabilite ediyor-muş! Mıncık mıncık, bit kadar boşlukları boyamak insanı nasıl da rahatlatır bilmez miyim? Eee çok gerildin bir yürüyüş yapalım, yok ben boyayacağım! E aç bir şarkı neşemizi bulalım, yok olmaz daha resmim bitmedi! Eee sinemaya gidelim kafan dağılır, Olmaz daha boyuyorum!

***

Boyayın! Boyayın tüketim toplumunun zekadan yoksun neferleri! Gavur ne diyor? 'Fame Motive' Yani? 'Şöhret Güdüsü'. Hayatınız boyunca hep fark yaratmak istediniz. Para için değil sadece. Hatta şöhret için bile değil! Sadece toplum tarafından daha fazla takdir edilmek için... Değer mi bu boşuna uğraşa? Değer mi bu en değerli şeyi, geri alınamaz ve ileri sarılamaz tek şeyi, hatta kainattaki en sınırlı kaynak olan zamanı böyle boşuna harcamaya? Değmez! Bu çukurdan hiçbirimiz kurtulamayacağız. Çünkü dünya böyle dönüyor ne yazık ki! Yırtmak, sıyrılmak için başka bir şeye ihtiyaç var boyama kitaplarının, kuru boyaların dışında bir şeye. Mesela katıksız bir yeteneğe, tutkuya, aşka... Hesapsız kitapsız bir arzuya mesela... Zincirlerden kurtulup, kimseyi umursamadan yaratmaya ihtiyaç var! Ve en önemlisi şansa!

***

Şimdi ben söyledim diye toplamayın rica ederim kitabınızı, boyanızı! Siz boyayın! Boşu boşuna boyayın siyah çizgilerin belirlediği boşlukları! Ama sakın siyah çizgileri çizmeyi denemeyin. Olmayacak zira! Uyuşarak boyamaya devam edin! Amman taşırmadan!










14 Eylül 2015 Pazartesi

Demirden



Ben korktum bu dünyadan

Demir dişlerinden, değirmen gözlerinden, pervane yüreğinden...

İçim tükendi...

Ölmüşüm, söylemediler.

Bir kadın vardı incecikten,

Yarı boyunda bir bavulla sokak arasında

Çaresizce sürükledi umudunu

Gördüğümü fark etmeden

İçi ölmüş onun da

Yaşamın dişlerinde bir kalıntı

Kürdan artık tek umudu...

***

Kılıçlar kınında kaldı

O gözlere savaş açan yok şimdi

Don Kişot'un umutsuz cesareti

Bir kitap ayracı gibi

***

Uçalım dediler, uçtuk

Bilinmiyordu sonumuz

Yüreğe makaslı bir sızı

Pervaneler jilet gibi

Kanadı her yanımız

Yaralı tüm beklentilerimiz

Şimdi geriye ne kaldı?

İçim bir dünya bir korku gibi...

M.Ş.