8 Eylül 2012 Cumartesi

İzmir Güncesi



6 EYLÜL 2012 - PERŞEMBE

Manisa'dan çıkıp Sabuncubeli'ni geçtikten sonra arabanın camını sonuna kadar açtım. Artık İzmir kokusu iyiden iyiye hissediliyordu... Bornova'dan girip Pasaport'a kadar ilerledik. Arabayı park ettikten sonra Pasaport'taki deniz kenarı kafelerden birine oturduk. Bir sigara yakıp kafamı sola çevirdim. İzmir Körfezi tüm asaletiyle oradaydı... Suskun... Sakin....
Sonra gökyüzüne baktım.  Yıldızlar ne kadar da belirgindi. İstanbul'a gitmeden önce İzmir'in bana ne kadar büyük geldiğini anımsadım... Hep büyük şehirde olduğum yanılsaması içinde yıldızlar bana sönük görünürdü... İstanbul'a gidince fark ettim ışıksız geceleri... O lanetli şehir geceleri o kadar fazla aydınlatılıyordu ki karanlığın gizemini silip süpürüyordu, yıldızları söndürüyordu. Sonra mutlu insanlara baktım. İzmir yaşıyordu ya... Gerçekten! Arabaları izledim... Trafik yoktu, hız yoktu, korna sesi yoktu. Kimse acele etmiyordu. Hayat yağ gibi akıyordu hala... Hele o koku... O koku yok mu o koku... Ne kokusu olduğunu bilmiyorum... Biraz deniz biraz çiçek biraz rakı... Biraz mutluluk biraz rahatlık ve masumiyetin kokusu... Öyle güzel harmanlanmıştı ki çocukluğuma dair herşey defalarca kez canlandı zihnimde... Sonra içimi garip bir his sardı... Evimdeydim... Huzur desen değil mutluluk değil ama yoğun bir aidiyet duygusu... Çay söyledik. Tadı başkaydı. Saatlerce deniz kenarında oturduk... İçime sukunet çöktü.
.....
Sonra babaanneme geldim. Ailem buradaydı. Annem, babam, dedem, halam babaanem... Hepsini uykularında öptüm. Uyandılar. Salona geçtik. Yıllar sonra ilk defa bir aradaydık... Mutluydum... Ben bu kadar değişirken onlar hala beni sevmeye devam ediyorlardı... Herkes yaşlanmıştı muhakkak... Ama biliyordum gözümün içine bakan bu güzel insanların o koca yürekleriyle bana her daim siper olacaklarını... Burası benim evim, limanımdı... Her kafam attığında burada beni bekleyen, seven insanlar olacaktı... Şükrettim böyle bir ailem olduğu için. Sonra gözlerimi kapadım... Son zamanların en güzel uykusunu uyudum.

7 EYLÜL 2012 - CUMA

Sabah kalabalık sesiyle uyandım. Annem yanımdaydı. Herkes güne uyanmıştı. Yattığım yerden gördüm torbanın içinde bana göz kırpan boyozları. Bir gözüm kapalı hemen bir boyoz yuvarladım. Balkona çıktım. Bu balkonda çocukluğum geçmişti. Babaannem önce bir güzel balkonu yıkar, kuruduktan sonra yerlere minderleri atardı. Tüm günü burada geçirirdim. Burada yemek yerdim, burada uyurdum, burada oyun oynardım. Tüm İzmir böyle yapardı. Havalar ısındı mı balkonlar yıkanır sadece uyumak için eve girilirdi. Hoş, hala da öyle... Ardından birlikte kahvaltı ettik.
....
Sokağa çıktığımda tanıdık yüzleri fark etmek ne güzeldi... Kaç kişiden selam aldım., Kaç kişiyle konuştum bilmiyorum... Sonra Tay-Tay Büfe'nin önünden geçtim, rahmetli Reyhan Teyze'nin evinden de ama kafamı kaldırıp yukarı bakmaya cesaret edemedim... Birinin artık orada olmadığını hyatta artık var olmadığını bilmek yüzleşmesi çok zor bir şey... Başa çıkmak kolay değil. Hızlı hızlı evimize doğru yürüdüm. Bizim apartmanı boyamışlardı... Köy apartmanı gibi sarı yeşil renkleri manasız seramikleri vardı... Bir de kel başa şimşir tarak görüntülü diafon koymuşlardı... Apartmandavazoların içinde çirkin yapma çiçekler vardı, duvarlarda da uyduruk "1 milyoncu" tabloları... 4. kata çıktım. Kapı açıktı. Annem içeride ustaların başındaydı. Evde tadilat sürüyordu. Güzel de oluyordu. Yuvamız yenileniyordu... Yıllar önce çıkıp gittiğim bu evin yeni hali bana çok bir şey ifade etmedi açıkçası... Sanki anılar yıkanmış gibiydi... tertemiz yeni bir sayfa benim gibi eskiciler için fazla temizdi... Sonra geri döndüm babaanneme...
....
Yolda fark ettim ki binalar eski yollar eski otobüsler eskiydi... Bu şehir kasabadan halliceydi... Küçüktü... Bunu düşünmek beni utandırsa da bunun doğru olduğunu biliyordum... Kabuğumu beğenememiştim. Bu garip hissin bir yazgıya dönüşüp beni gittiğim her yerde takip etmesinden korkuyorum şimdi...  İstanbul'da İzmirli, İzmir'de İstanbullu olmuştum ne yazık ki...

1 Eylül 2012 Cumartesi

Mevsim Yüzünü Kışa Döndü Ben Kıçımı



Yaz bitti... Mevsim yüzünü kışa dönerken ben sırtımı yaza dönüyorum... Derin bir uçurumun dibinde, dizlerimi karnıma kadar çekmiş soğuktan donmayı bekliyorum... Sağım solum yok! Önüm arkam yok! Yıkımlardan yıkım beğenemiyorum bir türlü!

Yeniden başlamaya gücüm yok... Bitik bir haldeyim! İçimden bazen "yeni şarkıyla inerim şehrin üzerine" diye mırıldanırken aslında şehre hep yukarıdan baktığımı ve insan içine karışacak gücüm olmadığını farkındayım. Bazen lanet ediyorum ama sonra hemen geçiyor! Çünkü kime yada neye niçin lanet ettiğimi bilmiyorum. Beni yeniden dirilt diye yakaracak bir umudum yok... Bu kez çok derindeyim... Silkinemiyorum!

Kendimle yüzleşemiyorum! Şeffaf bir balonun içinde boşlukta yuvarlanıyor gibiyim... Canım yanmıyor, bütünüyle hissizim... Nasıl bu kadar düştüm? Ne ara anlayamıyorum... Bir gün benim de günüm gelecek mi????
Ne zaman lanetlendim, ne zamandan beri bu kadar uğursuzum ? Nasıl bu kadar kötüyü çekmeyi başarıyorum ?

İstediğim fazla bir şey yok aslında sadece omurgam olduğunu hissetmek ve ayakta durmak istiyorum... Eğer beni omuzlarımdan tutup kaldıracak bir şey varsa yakınlarda gelsin çünkü ben bu aralar uyanıkken bile uyuyorum.... Gözlerimi açıyorum ama aslında içeri dönük gözlerim sürekli içimde olup biteni izliyorum... Ama hala nefes alıyorum...

Yıllar sonra ilk defa gözlerim şiş uyandım... Hayat dürüst insanlar için bu kadar acımasız olmak zorunda mı? Saçmalama diyorum kendi kendime ama mantığım firar etmiş... Kaçarken gördüm...  Saçmalayarak kaçıyordu...

Hayat mehter takımı gibi iki ileri bir geri ilerliyor benim için... Önce bir kaşık bal çalınıyor ağzıma sonra gırtlağıma kadar bibere boğuluyorum... Kimseye kızmıyorum kaderim haricinde.... Eğer sınanıyorsam ne olur artık beni sınama! Bana ihtiyacım olan şeyi bahşet! Lütfen!