6 EYLÜL 2012 - PERŞEMBE
Manisa'dan çıkıp Sabuncubeli'ni geçtikten
sonra arabanın camını sonuna kadar açtım. Artık İzmir kokusu iyiden iyiye
hissediliyordu... Bornova'dan girip Pasaport'a kadar ilerledik. Arabayı park
ettikten sonra Pasaport'taki deniz kenarı kafelerden birine oturduk. Bir sigara
yakıp kafamı sola çevirdim. İzmir Körfezi tüm asaletiyle oradaydı... Suskun...
Sakin....
Sonra gökyüzüne baktım. Yıldızlar ne kadar da belirgindi. İstanbul'a
gitmeden önce İzmir'in bana ne kadar büyük geldiğini anımsadım... Hep büyük
şehirde olduğum yanılsaması içinde yıldızlar bana sönük görünürdü... İstanbul'a
gidince fark ettim ışıksız geceleri... O lanetli şehir geceleri o kadar fazla
aydınlatılıyordu ki karanlığın gizemini silip süpürüyordu, yıldızları
söndürüyordu. Sonra mutlu insanlara baktım. İzmir yaşıyordu ya... Gerçekten!
Arabaları izledim... Trafik yoktu, hız yoktu, korna sesi yoktu. Kimse acele
etmiyordu. Hayat yağ gibi akıyordu hala... Hele o koku... O koku yok mu o
koku... Ne kokusu olduğunu bilmiyorum... Biraz deniz biraz çiçek biraz rakı...
Biraz mutluluk biraz rahatlık ve masumiyetin kokusu... Öyle güzel
harmanlanmıştı ki çocukluğuma dair herşey defalarca kez canlandı zihnimde...
Sonra içimi garip bir his sardı... Evimdeydim... Huzur desen değil mutluluk
değil ama yoğun bir aidiyet duygusu... Çay söyledik. Tadı başkaydı. Saatlerce
deniz kenarında oturduk... İçime sukunet çöktü.
.....
Sonra babaanneme geldim. Ailem buradaydı.
Annem, babam, dedem, halam babaanem... Hepsini uykularında öptüm. Uyandılar.
Salona geçtik. Yıllar sonra ilk defa bir aradaydık... Mutluydum... Ben bu kadar
değişirken onlar hala beni sevmeye devam ediyorlardı... Herkes yaşlanmıştı
muhakkak... Ama biliyordum gözümün içine bakan bu güzel insanların o koca
yürekleriyle bana her daim siper olacaklarını... Burası benim evim,
limanımdı... Her kafam attığında burada beni bekleyen, seven insanlar
olacaktı... Şükrettim böyle bir ailem olduğu için. Sonra gözlerimi kapadım...
Son zamanların en güzel uykusunu uyudum.
7 EYLÜL 2012 - CUMA
Sabah kalabalık sesiyle uyandım. Annem
yanımdaydı. Herkes güne uyanmıştı. Yattığım yerden gördüm torbanın içinde bana
göz kırpan boyozları. Bir gözüm kapalı hemen bir boyoz yuvarladım. Balkona
çıktım. Bu balkonda çocukluğum geçmişti. Babaannem önce bir güzel balkonu
yıkar, kuruduktan sonra yerlere minderleri atardı. Tüm günü burada geçirirdim.
Burada yemek yerdim, burada uyurdum, burada oyun oynardım. Tüm İzmir böyle
yapardı. Havalar ısındı mı balkonlar yıkanır sadece uyumak için eve girilirdi.
Hoş, hala da öyle... Ardından birlikte kahvaltı ettik.
....
Sokağa çıktığımda tanıdık yüzleri fark
etmek ne güzeldi... Kaç kişiden selam aldım., Kaç kişiyle konuştum
bilmiyorum... Sonra Tay-Tay Büfe'nin önünden geçtim, rahmetli Reyhan Teyze'nin
evinden de ama kafamı kaldırıp yukarı bakmaya cesaret edemedim... Birinin artık
orada olmadığını hyatta artık var olmadığını bilmek yüzleşmesi çok zor bir
şey... Başa çıkmak kolay değil. Hızlı hızlı evimize doğru yürüdüm. Bizim apartmanı
boyamışlardı... Köy apartmanı gibi sarı yeşil renkleri manasız seramikleri
vardı... Bir de kel başa şimşir tarak görüntülü diafon koymuşlardı...
Apartmandavazoların içinde çirkin yapma çiçekler vardı, duvarlarda da uyduruk
"1 milyoncu" tabloları... 4. kata çıktım. Kapı açıktı. Annem içeride
ustaların başındaydı. Evde tadilat sürüyordu. Güzel de oluyordu. Yuvamız
yenileniyordu... Yıllar önce çıkıp gittiğim bu evin yeni hali bana çok bir şey
ifade etmedi açıkçası... Sanki anılar yıkanmış gibiydi... tertemiz yeni bir
sayfa benim gibi eskiciler için fazla temizdi... Sonra geri döndüm
babaanneme...
....
Yolda fark ettim ki binalar eski yollar
eski otobüsler eskiydi... Bu şehir kasabadan halliceydi... Küçüktü... Bunu
düşünmek beni utandırsa da bunun doğru olduğunu biliyordum... Kabuğumu
beğenememiştim. Bu garip hissin bir yazgıya dönüşüp beni gittiğim her yerde
takip etmesinden korkuyorum şimdi...
İstanbul'da İzmirli, İzmir'de İstanbullu olmuştum ne yazık ki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder