8 Kasım 2012 Perşembe

İmza Toplayan Melekler Türk Sinemasına Yeni Bir Soluk Getirecek



Meleklerin imza topladığını düşünün. Taksim’in göbeğinde anketör gibi giyinmiş ve arkalarında kanatları uçuşan, ellerindeki sekreteryalarla insanların önünü kesip: “pardon, sevenleri kavuşturmak için imza topluyoruz. Katılmak ister misiniz?” diye insanları taciz eden melekler... İşte biz buna gerizekalılık diyoruz... Elbette hayır! Bunun adı hayal gücü! Bunu hayal edip söz yazan, üzerine beste yapıp albüme koyan zihniyetle aynı topraklar üzerinde yaşamaktan gurur duyuyorum! Şaka yapmıyorum ciddiyim... Elin Avrupalısı böyle çıkış noktalarından sanat filmleri çekiyor. Ama biz yok illa eleştireceğiz. Böyle zamanlarda insan “fazla eleştiri, gizli hayranlıktır” sözüne katılmadan edemiyor. Kendimizde eksik gördüğümüz her şeyi boklamaya pek müsaitiz! Sakın bu satırları okurken yahu bu maxindaclub da ne adam çıktı demeyin! Çünkü size bu satırları okuturken fark ettirmeye çalıştığım küçük detayları es geçmenin vehameti! Velhasıl kelam gelelim zurnanın zırt dediği yere... Ne demiştik? Hayal gücü... Hayal Gücü, fantazyalar dünyası, İnsan itkisi ve sinema...

Hayal gücü ve onunla yarattığımız fantazyalar dünyası sadece fantastik filmlerde işimize yaramıyor... Zira, çekilen en klişe filmin bile bir sahnesi bizim hayal gücümüzün ürünü... Ve o sahneyi oynayan oyuncunun da sahne üzerindeki yorumu oyuncunun hayal gücünün ürünü... Sinemanın her yeri hayal gücüyle donatılmışsa niçin filmlere “klişe” diyoruz? Çünkü toplumsal hafıza dediğimiz bir şey var. Biz yıllar yılı aynı temaları onlarca filmde tekrar tekrar izledik. Benzerlerine gerçek yaşamımızda tanık olduk, arkadaşlarımızın, akrabalarımızın hikayelerini dinledik. Dolayısıyla olayın artık bize ilginç gelen bir yönü yok. Hep bildiğimiz hikaye! Sonuç itibariyle Amerika’yı binlerce kez keşfedemezsin. İşte bu noktada devreye fantastik sinema giriyor. Fantastik sinema şahsi olarak merakla takip ettiğim bir tür. Çünkü bilinç dışının temel itkilerle bu denli ilginç harmanlanarak ortaya, var olmayan bir dünya koyması ve izlediğimiz şeye bizi inandırması korkunç derecede etkileyici bir olay. Bu yüzden kendimi bildim bileli sinemanın bu fantastik yönünü çok severim. Bazı sinemacıların gerçek hikayelere fantastik tatlar katmasıysa beni adeta baştan çıkarıyor. Bunların başında Emir Kusturica, Tim Burton,  Tarsem Singh ve Türkiye’den Ezel Akay’ı sayabiliriz...

Adamlar bu kadar ilginç işlere imza atarken biz meleklere imza toplatıyoruz. Yetmez ama “evet”! Böyle diyenler sonradan bin pişman olsa da sağ duyuyu elden bırakmamak lazım. Melekleri İstiklal Caddesi’nde imza toplarken hayal etmek bile bir gösterge sonuçta. Her ne kadar Türk Sineması ve Türk algısı bir türlü fantastik sinemayla örtüşmese de, verdiğimiz eserler Dünyayı Kurtaran Adam, Çakma Türk E.T. Badi ve türevleriyle sınırlı kalsa da bir gün gerçekleşmeyecek olduğu anlamına gelmez. Ha sorarsanız ki evet arkadaş neden bizim eli yüzü düzgün bir fantastik filmimiz yok? Bizim bu kadar köklü bir mitolojimiz, şaman kültürümüz, Orta Asya ve Güney Sibirya geçmişimiz varken niçin izlenir bir fantastik film çekemiyoruz? Bence biz kendi hikayelerimizi anlatmakta biraz özürlüyüz. Yapılmış güzel örnekleri olmakla birlikte biz aman Avrupalı bizi oryantalist görmesin diye göbeğimiz çatlıyor. Bu yüzden melez işler ortaya çıkarıyoruz. Aynı kendi toplumumuz gibi melez ne doğulu ne batılı... Bu durum sadece sinemaya da değil, müziğe, edebiyata, bilime ve siyasete de sirayet ediyor... Bitti!


Yoo dostum, akademik bir yazı yazmıyorum. Bölümün akademisini bitirmem beni bir akademisyen yapmıyor. Çok bilmiş bir taze mezunum sadece. Yalnızca bloggerım. Bu da bana istediğimi yazabilme hakkını veriyor ki bundan oldukça memnunum.