3 Mart 2013 Pazar

Gülsüm, Gürses'i Yanına Çağırdı

Ümmü Gülsüm 
Onun sesini ilk duyduğum günü daha dün gibi hatırlıyorum. Hemen dönüp babama sordum ¨ Bu kim? ¨ diye... Duyduğum  ses Ümmü Gülsüm'e aitti! Öyle bir sesti ki duyduğum, adeta burnundan girip ruhuna karışıyor sonra da iki el gibi yüreğini sıkıyordu... Bazen de naif dokunuşlarla kanatıyordu kalbini, kağıt kesikleri bırakıyordu.

Ümmü Gülsüm eşsiz bir yorumcuydu. Şarkı içinde yaptığı onlarca emprovize tekrarın her birinde farklı bir şarkı söylüyormuş hissi yaratırdı. Bazen tek bir şarkısı 45 dakikanın üzerine çıkardı. İzleyiciler ise bıkmadan usanmadan, gözlerini bir an bile sahneden ayırmadan onu izlerdi. Arap sazlarıyla Olympia'ya çıkan ilk doğulu müzisyen de Ümmü Gülsüm'dü. Bu yüzden batı medyası onu ¨star of the east¨ olarak lanse etmeye başladı. Her ülkeden binlerce hayranı olan Gülsüm'ün bir diğer adı da Mısır Bülbülü'ydü.

Yaklaşık bir ay önce yani 3 Şubat günü Ümmü Gülsüm'ün 38. ölüm yıldönümüydü. Halk tarafından o kadar çok seviliyordu ki 1975'te öldüğünde cenazesine milyonlarca insan akın etti. Yerel bir caminin imamı olan babasının ona öğrettiklerini ve geldiği yeri hiç unutmadı. Köylü oluşundan hiç gocunmadı. Sesi yaşadıklarının,geçmişinin yansımalarını taşıyordu. Samimi duruşu sayesinde hayranlarının gönlünde taht kurdu. Ölümünden 38 yıl sonra dahi Arap müzik literatürünün en önemli figürü olarak adını altın harflerle kazıdı.

Bunları niçin mi anlatıyorum? Çünkü bugün 3 Mart ve ölüm mevsimi bir yaprak daha kopardı dalımızdan. Müslüm Gürses'i kaybettik. Ümmü Gülsüm'le Müslüm Gürses'in ne alakası var diyebilirsiniz, Aslına bakarsanız çok alakası var! Zira Gürses de aynı Gülsüm gibi halkın ciğerparesiydi.  Ne geldiği yeri unuttu ne de asıl görevini. Aşkla müziğini icra etti. Onlarca insan konserlerinde kendini jiletledi. Bu elbette manyaklıktı ama Gürses'in kitleleri nasıl harekete geçirdiğine dair en belirgin emareydi de aynı zamanda.

Ümmü Gülsüm'ün Cenazesi


Müslüm Gürses çok özel bir yorumcuydu. Ancak bu yazıyı okuyan bir çok insan da benim gibi onu çok geç keşfettiğimizin farkındadır. Zira Gürses yıllar yılı bokladığımız arabesk müzik icracısıydı. Arabesk Müzik ise alt kültüre aitti. Ne zaman 2006 yılında Murathan Mungan'la yaptığı ortak çalışması
yayınlandı, Gürses o zaman kabul gördü, fark edildi ve sevildi. Çünkü yorumculuk böyle bir şeydi. Yabancı müzisyenlerin bestelerini Mungan'ın enfes sözleriyle öyle yürekten yorumladı ki her kesimden insanı mest etti. Ve ardından çıkardığı diğer albümler de bu mantıkla kaydedilmiş albümlerdi. Gürses'in hayran kitlesi daha da büyümüştü. Müslüm Gürses ancak ölümünden bir kaç sene önce herkese ulaşmayı başardı. Bu elbette kraldan çok kralcı toplumun kategorizasyon yarışının bir tezahürüydü. Zira   bir kesim arap motifi taşıyan, alaturka olan herşeyi temelden reddediyordu. Bunu yapan insanları da lümpen olmakla suçluyordu. Ve insanlar bazı değerleri ne kadar reddedersek reddedelim bu toprağın sesinin genetik kodlamımızda halihazırda var olduğunu çok geç keşfettiler. Daha doğru bir tabirle kim ¨itirazım var¨ dinlediğinde içinin cız etmediğini iddia edebilir ki? Belki bu toplumdan çoktan soyutlanmış veya asimile olmuş birileri... Geri kalanı ise kendini belli bir zümreye ait kılmak için şekil, şemal peşinde koşanlar...


Müslüm Gürses

Ümmü Gülsüm ve Müslüm Gürses aynı ruha sahip şahane müzisyenlerdi. Kaderin bir cilvesidir ki ikisi de ölüm mevsiminde bu dünyadan ayrıldılar. Ama delilerce sevilerek göçtüler... Arkalarında onlarca üzgün hayranını bıraktılar ve seslerini bizlerden mahrum ettiler.

Onlar için aklımda ki cennet tasviri sahne ışıkları yerine nurlar içinde karşılıklı şarkı söyleyen iki harikulade ses... İkisinin de bu dünyaya kattıkları ve miras bıraktıkları değer, tartışılmaz. İkisinin de ruhu şad olsun!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder