İstanbul’a yerleşmeden
önce Ataşehir’den sık sık geçerdim. Zira otobüsle yaptığım şehirler arası
yolculuklarda indiğim terminal buradaydı. O koca binaların arasından geçerken
bile ruhum daralırdı. İnsanların rezidanslarda bir hayatı nasıl yaşadıklarını
hiç anlayamazdım.
Düne kadar bir kez bile
içine girmediğim bu rezidanslara karşı mesafeli duruşum oldukça yerli
yerindeymiş, kendi gözlerimle gördüm.
İstanbul’un bir ucunda
bulunan yüksek binalar… Uzaktan bakınca üst üste konmuş konserve kutularını
andırıyorlar. Ve bu binalarda istiflenmiş sardalyalar gibi insanlar… Bir
ilüzyonun içinde var olmaya ve fark edilmeye çalışıyorlar. Tüketim toplumunun
içten içe dayattığı ¨burada kaliteli adamlar yaşar¨ önermesi aslında ilüzyonun
kendisi! Ve bu insanlar da var olmayan bir gerçekliğin peşinden giderken
kendilerini bu hapishanelere kapatıyorlar. İşte Foucault’nun bahsettiği modern
hapishane aslında İstanbul’un ve diğer metropollerin içinde…
3-5 yüksek bina bir
alanda toplanıyor. Etrafı yüksek güvenlik önlemleri bahanesiyle bir güzel
çevriliyor. Zira girmek ayrı dert çıkmak ayrı… Onlarca ayrı kapıdan ve güvenlik
görevlisinden geçip farklı kartlar ve anahtarlarla sadece evinize ulaşmanız.
15-20 dakikanızı alıyor. Ve burada yaşayan insanlar ¨sizin güvenliğiniz için¨
yalanına inanıyor. Ve işin garibi her yeri kameralarla dolu bu kompleks alanda
kendilerini güvende hissediyorlar.
Evlerdeki eşyalar genel
geçer bir zevkle seçilmiş. Sadece özel eşyalarınızı alarak buraya
yerleşebileceğiniz iddia ediliyor ancak bu da yalan! Çünkü istedikleri
astronomik rakamların karşısında size sunulan devede kulak kalıyor. Ayrıca bu
bedel 1 artı 1, bit kadar evler için talep ediliyor.
Hazır para mevzusuna
değinmişken bir rezidansta yaşamanın adım başı para sayıldığını da belirtmeden geçemeyeceğim.
Zira daha evi tutarken 3 astronomik kira ve bir depozitoyu peşin veriyorsunuz
ve üzerine 12 aylık bir kontrat imzalıyorsunuz. Eğer arabanız varsa otopark
için ayrı bir ücrete tabisiniz. Otel mantığıyla işletildiği iddia edilen bu sistemde
ilginçtir ki Avrupa’nın en büyük spor merkezi olarak lanse edilen kompleks de
ayrı bir bedel. Hem de öyle böyle değil havuzu kullanırsan ayrı para, squash
yaparsan ayrı… Tüm hizmetler için ayrı ayrı tarifelerle sizi söğüşlemeye devam
ediyorlar.
Oda servisi ve kuru
temizlemenin rezidans hayatında çok büyük kolaylık sağladığı iddia ediliyor.
Ama elbette bunlar da ücretli! Hatta söylendiğine göre toz aldırmak ayrı yatak
toplatmak ayrı bir bedel. Astronomik rakamlar bunlarla da sınırlı değil! Zira
bir aidat ücreti var ki düşman başına! Yani rezidans hayatında aldığınız nefes
haricinde herşey ücretli!
Babil kuleleri gibi
gökyüzüne uzanan bu binalarda yaşayan insanlar dış dünyayla tüm bağlarını
koparmış durumdalar. Çünkü burada tam bir izolasyon söz konusu! Gözlerini dış
dünyadan çevirip lüksün, hırsın ve satın alma dürtüsünün pençesinde
kıvranıyorlar! Ve tek ilgilendikleri bedenler. Spor salonunda canla başla
çalışan güzel vücutlu onlarca insan acaba bu gece kimi götürebilirim diye
birbirlerine bakıyorlar. Teşhir etmekten ve röntgenlemekten zerre imtina
etmiyorlar. Bu bedensel iştahın itkisiyle burada yaratılmış ilüzyonun peşinden
koşuyorlar.
Rezidansı tanıtan
insanların gerçekliği ise biz gezenler için ayrı imtihan. Çünkü burayı
ballandıra ballandıra anlatan insanlar muhtemelen bu rezidansta yaşayacak
parayı sittin sene kazanamayacaklar. Belki de bu olayın en acı tarafı!
Peki bu insanlar niçin
bunu yaşıyorlar? Sebebi açık… Olup bitenin farkında bile değiller! Bunu bir yaşam tarzı olarak algılıyorlar.
İşin çarpıcı tarafı da rezindansta aldıkları her nefeste biraz daha
saydamlaşıp, sentetikleşiyorlar. Sadece elleri ile hissediyorlar. Bu insanlar
kendilerini kapattıkları bu hapishanelerde güvende olduklarını düşünüyorlar ama
toplumdan soyutlanmanın asıl tehlike olduğunu bir türlü fark edemiyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder