16 Eylül 2011 Cuma

Art Niyeti Bir Kenara At! Sen de Video-Art Yap!


Öncelikle belirtmeliyim ki bu, sanattan anlamayan ve anlamadığı sanatı yeren bir andavalın yazısı değildir. Bu sadece kafası karışmış bir yeni-yetme sanatseverin yazısıdır. Çünkü gerçekten bazı şeyleri kafamda yerine oturtamıyorum. Kısa bir özet geçecek olursak şayet...
Sanatçımız bir video kaydediyor. Kaydettiği videoyu bir ekrana verip sergiliyor. Sanatseverler, sanatçımızın işi(sanatçının eserlerine bu camiada iş denir bebeğim) veya işlerini görüyorlar, izliyorlar. Bu işlere spesifik bir tanımla video enstalasyon çalışmaları, daha genel bir tanımla ise video-art diyoruz. Yani biz diyoruz, evet buna art diyoruz. Ama siz buna neden art diyesiniz? Sırf entelektüel görünmek için buna art demeyiniz, eğer derseniz biraz art niyetlisiniz.

Zurnanın zırt dediği tam bu noktada sorularıma adım adım yanıt arayacağım efenim. Çünkü gayet anlaşılır bir alanda feci ön yargılıyız. Şahsen Türk insanının video-art'ı özümseyebileceğini düşünüyorum. Çünkü bir bu kaldı sayın okuyan sizde biliyorsunuz soyut resmin başına gelenleri. "Bu ne lan, boyaları gelişigüzel sürüyorlar, şekiller çiziyorlar bunların yaptığını anaokulundaki çocuklar da yapıyor o zaman onların ki de sanat!" diyen bıyıklı abi bu lafım sana da! şimdi kameranı eline al ve sokağa çık emin ol soyut resimden çok daha kolay!

Şaka bir yana iyimser bir başlangıç yapacak olursak sinemayı bir sanat olarak kabul eden elbette videoyu da kabul edebilir. Fakat hiçbir video enstalasyonu bir sinema filmi kadar ulaşılabilir değildir. Bu yüzden video-art erişilebilirlik açısından daha kalburüstü algılanmaktadır ve doğrudur! Ayrıca video işleri çoğunlukla galerilerde sergilenmektedir. Şu önünden geçtiğimizde her daim kapısında eli kadehli marjinal adamların diyafram nefesiyle güldüğü yerlerden bahsediyorum. İşte o kapıların önünden geçerken "ne var arkadaş acaba içeride?" diye merak etsek de sırf o adamlar yüzünden bir türlü kendimize yenilip içeri adım atamayız. Post-modernizm, kapitalist çarklarla birlikte ivme kazandı kazanalı oralar orta direğe yasaklı oldu çünkü. Fakat şekli şemali toplayıp, bir iki fiyakalı laf ezberleyip bir de işlerin başında saatlerce uzun uzun beklerseniz kimse sizi garipsemeyecektir. Ama bir deneyin bakalım oraya kendiniz olarak girmeyi. Sanatı halktan koparan ve inatla aksini iddia eden o şahane aydınların delici bakışlarına maruz kalırsınız. Sakın yanlış anlamayın bunun kendine güvenle bir alakası yok. Tüm bunları sanatı fildişi kulelere hapsedenlerin zihinlerinde bir kibrit çakabilmek umuduyla yazıyorum.
Video-art dediğimiz olay ulaşılabilirliğin haricinde malzeme edindiği temalarla da farklı. Standart bir sinema izleyicisinin bugüne dek izlediği filmlerin nereden baksan %98'i klasik anlatılı yani giriş, gelişme ve sonuç bölümleri olan filmlerdir. Türk izleyicisi flash back ve flash forward'ı bile Ezel sayesinde tanımıştır. Bu bile oldukça büyük bir adımdır. Ayrıca Türk halkının önce radyoda arkası yarınlarla başlayıp, TV'lerde dramalarla devam eden bir dizi geleneği vardır. Dolayısı ile bizler izlediğimiz ekranlarda bir aksiyon göremezsek sıkılırız. Ayrıca bu algıda Amerikan sinemasının ve MTV kültürünün etkisi oldukça büyüktür. Çünkü Türk izleyicisinin genel tutumu durağan filmlerden fenalık geçirme yönündedir. Tüm bu sosyal kodları da açımlayarak bir perspektif geliştirdiğimizde video-art'taki o neyi sembolize ettiğini bilmediğimiz imgeler bize normal olarak manasız ve sıkıcı gelmektedir. Örneğin durmaksızın kafasını sağdan sola çeviren bir adamı izlemek veya ekmek kadayıfından mütemadiyen akan şerbeti dakikalarca seyretmek kime ne ifade etmektedir? Ve kime nasıl bir keyif vermektedir? Bunu gerçekten çok merak ediyorum. Ve tüm bunların haricinde işin daha da korkunç bir boyutu olan işin ticari boyutuyla bu işler alınıp satılabilmektedir. Evet evet yanlış okumuyorsunuz. Bu videoları para ödeyerek alıp evlerinde sergileyenler var. Yani bir tablo gibi duvara astıkları ekranlarda bu videoları oynatıyorlar. Bahsettiğimiz rakamlar... yok onlardan bahsedemeyeceğim bile düşünün öyle astronomik meblağlar. Parayı ne yapacaklarını bilemeyen ayaklı keseler, kendilerini koleksiyoner addederek dansöz kıyafeti giymiş ve sürekli, dakikalarca oynayan bir herifin videosuna milyon dolarlar yatırıyorlar.
Resim koleksiyonerlerini anlıyorum. Çünkü parayı basıp sahip olduğun eserin biricikliğinden eminsin. Biliyorsun ki hiçbir replikas aslı gibi olmayacak. Eserin orjinali sende. Fakat video-artta böyle bir şey söz konusu değil. Çünkü dijitize edilmiş her görsel kopyalanabilir ve aslı gibidir. Bu yüzden pek sevgili video artistler edisyon diye bir şey uydurmuşlar popolarından. Efendim bu edisyon dedikleri şey videonun orjinalindan kopyalanmış işler. Sanatçı bir eserin kaç edisyonu olacağına kendi karar veriyor ve edisyonlar birbirinin aynı olmasına rağmen biri diğerinden daha önce kopyalanmış diye ilk edisyonu almak için kendilerini paralıyorlar, evet para-lıyorlar! Tüm bu saçmalıklar silsilesi içerisinde güzel işlerde çıkıyor elbette! Zaten eleştirim ağırlıklı olarak işin ticari boyutuna, sanatsal boyutuna değil!

Böylece o galerilerde çok acayip ticari anlaşmalar imzalanıyor. Sanat üzerinden döndürülen sanatın da aygıtlaştırıldığı ticari anlaşmalar... Dolayısı ile içeride seni, beni ve Merveyi istemiyorlar. Çünkü kardeşim siz kafayı mı yediniz buna bu kadar para verilir mi? dememizden korkuyorlar. Sokaktaki açları hatırlattığımızda realite ile burun buruna gelmekten kaçıyorlar.
Bu yüzden sana söylüyorum bıyıklı abi emin ol bir derdin varsa bunu sende o elindeki kamerayla anlatabilirsin. Sende çek ne kaybedersin ki? Çünkü sen denemezsen, sen kabuğuna çekilir anlamam etmem dersen aşağılanmaya, cahil ilan edilmeye devam edileceksin. Video-art'tan korkma onu sev çok sev...