19 Aralık 2014 Cuma

Nasıl Deli-remedim?


Siz çürük kokusu nasıldır bilir misiniz? Ben öğrendim. Kulaklarımdan, burnumdan, göz pınarlarımdan sızan o yeşil dumanı, paslı kesif kokunun neye benzediğini öğrendim. Dışarıdan giderek semirdiğim gözlense de içten içe çürüyorum ben. Her gün bir, bin ya da milyonlarca hücrem intihar ediyor. Klozet deliğinden gitmemekte direnen bir tomar tuvalet kağıdı gibi, güçlü girdaba kapılıp kapılıp tüm sevdiklerimin bir sonraki aşamaya geçişini izlerken, durgun sularda öylece sürükleniyorum.

Çürümemin yanı sıra biraz delirdim de... Ama nasıl delirdim? Umarım delirmişimdir!

Bu bir sektör eleştirisi değil... Zira medyanın eleştirilecek bir tarafı kalmadı artık. Bundan sonra "sektör ölmüş" diye başlayacağımız her cümle, ölünün arkasından edilen dua gibi nereye gideceği meçhul. Yani medyanın ruhu şâd oluyor mu? Olmuyor mu bilemiyorum. Çok da ilgilenmiyorum zira merhumun yaşarken bana bir hayrı yoktu.

Eskiden erdem diye bir olgu vardı... İnsanlar ahlakı kendi erdemine göre yorumlardı. Genel ahlak algısı bile şu zamana göre insanları dizginlemek adına ehven-i şerdi. Artık bunların hiç biri yok... Çalışmak ayırt edici bir özellik değil, birikim ve deneyim de öyle... Artık tek bir gerçek var. O da entrika! Kulis yapabildiğin ve miden bunu kaldırabildiği kadar varsın, kulis yapabildiğin ve birilerinin kafasına basabildiğin kadar yükselirsin. Yani ilkeli ve dürüst çalışmak sana hiçbir artı sağlamıyor. En azından medya için böyle...

İstanbul desen... En iyisi hiç İstanbul dememek! Bebek'te lüks mekanlara gitmek, pazar günleri boyanıp boyanıp sahilde "take away" karton bardaklarla tur atmak, Her adımı sosyal medyada paylaşıp "like alma" adı altında hava atmak için haftanın bifiil 6 günü ölümüne çalışıyoruz. Para kazanıyoruz belki ama nereye gidiyor bu para? Taksilerin gözü çıksın, AVM'lerin de öyle... Ve de trafiğin... Hiç bir zaman giyemeyeceğimiz ve layıkıyla kullanamayacağımız bir sürü şey için tonlarca para döküyoruz. İşte "dostlar alışverişte görsün" lafı artık gerçekten anlam kazanmış oluyor bu durumda. Şimdi ben bunları yazıyorum diye aynılarını yapmıyor muyum sanki... Yapıyorum, hem de köküne kadar... Yaşam kaltesini yükseltmek dediğimiz şeyin alım gücüne paralel ilerlediği yanılgısı beni de pençelerinin ararsına kıstırmış durumda... Ama kurtulamıyorum!

Hayatta gerçek olan bir şeyi fark edebildim ama... Aşk! Sevdiğim kadınla evlendim. Sanırım hayatta aldığım en doğru karar bu! Ama bunun haricinde attığım her adım, çöplükte atılmış gibi...

Bunun bir sonu var mı? Hayat hep böyle boşu boşuna çalışarak mı gidecek? Bir şeyler yapmalı ama ne? Of çok yorgunum... Bugün yalnızca dört saat uyudum. Yıkanmaya bile mecalim yok. Sadece yemek yiyorum ve sigara içiyorum. Ama bu adaletsizlik! Acaba anamız babamız da bu kadar zorlanıyorlar muydu bizim yaşımızda? Ya hayat hep bu kadar zor muydu? Of şimdi İzmir'de olsam! Lise yılları ne güzelmiş ya kıymetini bilememişiz. Adama bak ya baba parası yiyor, şimdi de yurt dışına gidiyormuş. Ben kendimi bildim bileli çalışıyorum daha bu sene pasaport çıkartabildim. Size de biri hayatınızı sizden çalıyormuş gibi gelmiyor mu? Bu akşam buluşup içsek mi? Yok ya onun iş arkadaşlarıyla programı varmış! Herkesin pabucu da dama atıldı ha! Kendimi keseceğim! Ya biz ne için bu kadar didiniyoruz allah rızası için bunu bana biri açıklasın? Ya sen burada müdür olabileceğine inanıyor musun? Bence bu işleri toptan bırakıp başka işe girelim? Kafe mi açsak? Ticaretten anlar mısın? Yooo.. E alt tarafı üç kuruş para değil mi? Garsonluk da yapsan aynı parayı kazanırsın. E bunca yıl boşuna mı okudum? Benim diğerlerinden ne farkım var? Yaş da geçiyor, otuz olmadan bir karar vermek lazım. Daha askerlik var. Ya biz neden zorunlu askerlik yapıyoruz? Benim onlara ne faydam olur ki? Hizmetçilik için askerlik yapıp, buradaki düzenimi mi bozacağım? Neyse, yüksek lisansı hallettim bir kaç yıl daha rahatım. Belki o zamana kadar bir daha bedelli çıkar. Sanmıyorum ya bence bir daha çıkmaz. Belli olmaz ya üç yılda bir çıkarıyorlar. İzmir'e mi gitsek? İzin alamayız ki! Bir arkadaşım işi gücü bırakıp Kanada'ya yerleşti biliyor musun? Hadi ya ne cesaret! Aslında yapmak lazım! Bu ülkenin yaşanılacak tarafı kalmadı. Yeni operasyon başladı duydun mu? Evet ya kim bu Fuat Avni? Bu gece ne yiyeceğiz? Dışarıdan söyleriz. Senin şu kız hamileymiş biliyor musun? Oha hangi ara evlendi ki o? Bu yıl herkes evlendi ya! Düğünlerden başımızı kaldıramadık. Of çok daralıyorum. Sanki biri boğazımı sıkıyor! Dayanamıyorum! Ya giderek çürüyorum sanki, Kokuyu alıyor musun? Ne kokusu? Çöpü attın mı? Aaa unuttum. Hani sen atacaktın. Ben de unuttum. Yakında kendini unutacaksın. Unuttum zaten! Nasıl yani? Böyle işte... Bunları düşünürken, konuşurken, kendimi, herşeyi unuttum. Ve Delirdim!

Ben böyle delirdim! (umarım) Mutsuzluktan, memnuniyetsizlikten, tembellikten, tatminsizlikten delirdim.(umarım) Dünyayı böyle içselleştirmek istemiyorum. Hatta hiç umurumda olmasın istiyorum. Bir hafta tatil için bir yıl çalışmak da istemiyorum. Ben sorumluluğu olmayan Göztepe sahilinde her gece üç bira içip ayaklarını denize sallayan o adam olmak istiyorum. Çişimi köprü altına yaptıktan sonra da eve gidip yatan o adam olmak... Kayda değer bir başarı elde edemeyeceğimi biliyorum. O yüzden başarsısız sıradan adam olmak istiyorum. Sıradan başarılarım olacağına öylesine bir adam olayım...

Bu yazı bir yere bağlanmayacak, sıradan hevesli bir adamın, bir iç dökmesi olarak kalacak... İddiasız ve silik bir yazı... Biliyorum ben de herkes gibiyim.. Siz de benim ve herkes gibisiniz.. Aynı endişeleri yaşayıp, farklı klozet deliklerinde boklu suların bizi yumaşatmasını bekliyoruz. Yarından umudumuz yok. Bir umut var ama o da zamansız bir umut... İçimize içimize ertelediğimiz, örtüp sakladığımız bir umut... Güneşi doğurmayacak, ancak bulutları aralayacak bir umut. Belki hiçkimse bizi keşfetmeyecek. Kimbilir emekli bile olamayacağız belki... Ama umut işte...

Anladım ki hala deliremedim. Yazdıkça dünyaya dönüyorum. Belki de en iyisi hiç yazmamaktır. Birgün delirebilirsem, nasıl deliremediğimi görür birileri. Ya da bu yazıda silinir gider diğer herşey gibi... Kolonya gibi...