10 Ağustos 2015 Pazartesi

Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun

Önce dizlerimin ıslandığını fark ettim. Kalbimden damlamış olacak diye çok üstünde durmadım. Muhtemelen mürekkebe bulanmış anıların kağıt kesiği kanatmıştı kalbimi... Olabilirdi... 
Ne fırtınaymış be sevgili... Ne yazmışız, ne çizmişiz. Birbirimizin olmak için ne didinmişiz. Ne iyi etmişiz. Ne diyor Müslüm Baba? 'sevgisiziliğine bir kalp verdim'... 

İçinde kocaman bir karanlık vardı senin. Bir bilinmezler ormanı. Yada benim için çok yabancıydı. O yüzden karanlık geldi. Belki de aydınlığından kör olmuştum, bilmiyorum. Ama içindeki o koca boşluğa ben bir kalp verdim. Sende kalsın diye. Ama sen o kalpten iki tane yarattın. İkimizinki de sende atmaya başladı. 

Tohumun toprağa düştüğü ilk an gibi... Hammaddesi 'bilinmeyen' olan bir aşk yarattık. Hani şu şarkılardaki gibi öylesine 'yüce'... Bana mı öyle geliyor yoksa bizimki bir başka mı ? Yani öyle bir varsın ki, sanki ben yokum gibi... Aldığım nefeste ciğerlerime dolan hayat, karda ölmeye yüz tutmuş bedenimdeki son sıcaklık, paraşütü açılmayan pilotun 'bi' umut' demesi gibi...

Rakıyı çok sevdim. Sen çok sevmedin ama hep eşlik ettin. Ben 'ölüyorum kederimden' diye mırıldandığımda, sen benim acıya olan tutkumu hiç anlamadın, sessizce benim 'dertleri kendime zevk edinmemi' izledin. Çünkü 'sen acı gibiydin'. Ben de acıyı çok severdim. Dudağının kenarında bir tebessümle baktın bana. Gülümsemedin. Zaten çok gülmezsin. Öyle soğuk soğuk bakar, tepki vermezsin. Ama ben bu tepkisizliği sevdim işte. Çünkü ben bu dünyaya 'tepki' olarak gelmiştim. 'kaç kadeh kırıldı şu sarhoş gönlümde' bunu da bilirdin, bilmen sana gizli bir haz verirdi. Bunu da ben bilirdim. 

Ciğerlerim patlar gibi olur her 'kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime' dediğimde... Çünkü camlar titrediğinde sesimden, aslında tek düşündüğüm sen olurdun. Kendim için söylemediğim tek şarkı buydu. Çünkü her dizesinde seni hayal ederdim. Şikayet etmeyen, içi yaralı ama dimdik kadını...

Sense hiç bıkmadan 'ah bu şarkıların gözü kör olsun' derdin. Şarkılara mı bana vurulduğundan bilmem... 

Kadehleri parlattık 'uzun ince bir yolda'... Daha da parlatacağız. Ben rakıyı çok sevdim. Çünkü seni içerdim. Farkında mısın bilmem ne çok benziyorsunuz. İkiniz de bembeyaz ve kapkaranlık... Çok kaçırınca ikiniz de adama feleğini şaşırtıyorsunuz...

Ah be sevgili... Ne hançer sapladık böğrümüze... Anıra anıra kaç kere ağladık saatlerce. Benden sadece yaş akardı. Ama seninkiler lâvdı. Süzülünce yanaklarından, benim yine dizlerim ıslanırdı. Çünkü bu da benden akan kandı...

Sonra bir kapı koydular önümüze... 'Buradan geçmelisiniz' dediler. Tereyağından kıl çeker gibi geçtik kapıdan... Gün döndü, ay döndü, yıl döndü... Ama zaman hiç akmadı sanki... Yüreğim hala sende, senin içinde... 

Ne bahşettin bana tanrım? Oradaysan ve beni duyuyorsan sana binlerce teşekkür... Ateşe uçan bir pervane gibi sana yürüdüm. Ama sen meğer heryerdeymişsin, gördüm. Sende onu, onda seni... İlahi aşk dedikleri belki de buydu. Ben nail oldum. Darısı olamayanların başına...

İki kalpli küçük bedenli kadın... Saçların, parmakların hala kor... Ve ben yanık izlerini takip ederek seni buluyorum hala...

Sana 'yaşamın gizini vermek' isterdim. Tüm kainatı ayaklarına sermek. Ama yapamadım. Tek bildiğim yol yazmaktı, ben de yazdım.

'Ömrümünüz son deminde', 'O ağacın altında' öpüşürken ölmek istiyorum şimdi. 'Bu yıl yine ada sensiz' dememek için ellerimi sakın bırakma. 

Aşkım, ömrüm, ruhum...

Varlığım, yokluğum...

Dünüm ve yarınım...

Bu berbat dünyadaki tek amacım...

Ellerimi bir ömür bırakma...

Sevgili.

M.Ş.