4 Temmuz 2014 Cuma

İhtiyarın Hikayesi



Kadıköy’ün ara sokaklarında kaybolmaya ihtiyacım olan bir gündü… Aylardır, yıllardır içimdeki yeni şeyler denemeliyim aşkı yine yerini alışıldık, bildik mekanlara bırakmıştı… Yine aynı yere gittim…  Öyle bir zamandaydım ki bir yanım “zincirlerini kır göğe yüksel” derken, diğer yanım “şükret” diyordu. Hani bir an içinizde öyle bir duygu doğar… Sanki o an harekete geçseniz tüm dünyayı değiştirebilirsiniz gibi gelir… Ama sonra bu kıymetli his bir anda küçülerek azalır, hatta yok olur. İşte böyle bir anı kıçından başından genişleterek tüm hayatıma yaymaya başladım… Yani bir an içimden dünyanın bana ihtiyacı varmış gibi hissediyorum, ondan sonra içimde bir şeyler, bir ses beni yavaş yavaş kemirmeye başlıyor… Kulaklarımda sürekli “şükret” sesini duyuyorum…. Bu ses beni çıldırtıyor. Gerçek aslında o kadar burnumun dibinde ki… Ama bir sesin sürekli sizi gerçeğe çekmesi, ona doğru itmesi hatta gerçek tarafından yok edilmek ölümcül bir his…

Gerçek tarafından yok edilmek… Tüm hayallerinin, isteklerinin, taleplerinin ve tutkularının gerçek tarafından harcanması… Öyle garip ki bazen bu durumun azameti gözümü ölesiye korkutuyor. İşte bu yüzden ölümcül… Yani bir taraftan da çok boktan birşey… Çünkü her sabah uyandığınızda yada benim gibi her sabah yatağa yattığınızda “yapılacaklar” listeniz biraz daha kabarıyor. Ama hiçbirinin yanına yapıldı işareti koyamıyorsunuz. Ama bugün yapılacaklardan ziyade yapılmışlardan bir hikaye anlatacağım.

Bir ihtiyarın hikayesini….

Genç çocuk ihytiyarın eline düştüğünde daha çok körpeydi… O kadar körpeydi ki onun gösterdiği dünyayı gerçek zannederdi. O zamanlar aklında, hayatında gerçek tarafından yok edilmek yoktu…

İhtiyar garip bir adamdı. Hep kendine has doğruları vardı. Ama bu genç için hiçbir şey ifade etmiyordu. Çünkü ihtiyarın doğruları zamanla onun da doğruları olmuştu. Genç geriye dönüp baktığında , bunca çirkin şey yaşanmasına rağmen ihtiyar hakkında tek bir kötü söz edemiyordu. Bu durum genci kendinden tiksinir hale getirmişti. Çünkü birini sınırsız sevmek nedir işte bununla tanışmıştı.

İhtiyarın bir lafı vardı hiç  ağzından düşürmediği “sen doğru ol, eğri kendini gösterir”. Genç hep bu lafa göre hareket etmişti. Ancak bu doğruların yalnızca ihtiyara özgü doğrular olduğunu keşfedememişti.

Tüm gerçeklere uyandığındaysa herşey için çok geç olacaktı.

Böylece yıllar geçti. İhtiyar, genci elinde hamur gibi yoğurdu ve ona şekil verdi. Ancak yıllar sonra gencin hamurunun başka olduğu ortaya çıktı. O şekil o hamurla olamazdı.


Bir İzmir vardı bir taraftan da… Öyle bir yerdi ki bu İzmir, herşeyi siktir edip, tüm şehrin ışıklarını söndürüp gidilesi bir yer… İşte burası gencin burnunda tütüyordu…


Kapı çaldı. Genç kapıyı açtı.  İçeri girdi biri… Genç “kimsin” diye sormamıştı bile… Biliyordu kimin geldiğini. İçeri giren kişi çok gerçekti. Böyle tanıştı genç gerçekle… Davetsiz, sorgusuz, sualsız…

Gerçek o gece gencin koynuna girdi, ruhuna sızdı. Hatta genci bir güzel becerdi. Sabah olduğunda gerçek ortada yoktu. Genç nerede olduğunu merak etmedi. Çünkü biliyordu, artık gerçek içindeydi.

İhtiyar sokaklarda yürürdü hep, Asla kabul etmezdi yaşlılığını… Birgün dişleri döküldü… Hatta yolda çenesi düştü… Ardından koşan gençler uzattı çenesini ihtiyara… Ölüyordu ihtiyar ama öldüğünü kabul etmiyordu.

Hayat böyle sikik birşeydi… Kimse öldüğünü kabul etmiyordu. Hatta öldüğünde bile…

İhtiyar yaşama öyle delicesine tutunmuştu ki, ezip geçtiği hiçbir şeyi göremedi. Yalın ayak yürüdü bahçelerde… Öyle filizler seçti ki yetiştirmek için, hepsi reyhan kokuyordu.

Gencin yılları geçti. Kalbinde ihtiyarın yeri büyüktü. Öğrendiklerini hep saklı tuttu. Ama ihtiyar birgün gidince gençten, genç bomboş kaldı!

Genç çirkinledi, genç yaşlandı, genç yaşamdan soğudu! İhtiyar öyle bir gitmişti ki, verdiklerine karşılık gencin tüm enerjisini sömürmeyi tercih etti. Genç artık genç değildi! Ama ihtiyar hala ihtiyardı!

İhtiyar genci tüketti, onu düşman belledi! Yaptığı herşeyde, attığı her adımda içindeki kin ve öfke, o keskin zehir dışarı taşıp sağı solu yakıyordu. Ne gariptir ki kimse de bu işe “dur” demiyordu!

Zaman geçti. Herşey bitti, herşey sona erdi! Dışarıda yeni savaş meydanları kurulurken, genç acizane camdan dışarı bakan adam oldu.

Halbuki ölüm birgün herkesi bulmayacak mıydı? Neden tutuyorduk bu kurumuş ağacın köklerini? Ellerimiz parçalanana kadar neden çekiştirip duruyorduk? Mezar sesi duyacaktık hepimiz sonuçta. Toprağın ıslak kokusu burnumuzda kalacaktı.

Niyeydi bu kadar hırs?


İhtiyar bir gün kral oldu! Ama tacı da tahtı da bir darbeyle elinden alındı! Darbenin mimarı zamandı! Durmadan akan, kapılardan, pencere aralarından sızan, durdurulamayan zaman!