Kadıköy’ün ara sokaklarında
kaybolmaya ihtiyacım olan bir gündü… Aylardır, yıllardır içimdeki yeni şeyler
denemeliyim aşkı yine yerini alışıldık, bildik mekanlara bırakmıştı… Yine aynı
yere gittim… Öyle bir zamandaydım ki bir
yanım “zincirlerini kır göğe yüksel” derken, diğer yanım “şükret” diyordu. Hani
bir an içinizde öyle bir duygu doğar… Sanki o an harekete geçseniz tüm dünyayı
değiştirebilirsiniz gibi gelir… Ama sonra bu kıymetli his bir anda küçülerek
azalır, hatta yok olur. İşte böyle bir anı kıçından başından genişleterek tüm
hayatıma yaymaya başladım… Yani bir an içimden dünyanın bana ihtiyacı varmış
gibi hissediyorum, ondan sonra içimde bir şeyler, bir ses beni yavaş yavaş
kemirmeye başlıyor… Kulaklarımda sürekli “şükret” sesini duyuyorum…. Bu ses
beni çıldırtıyor. Gerçek aslında o kadar burnumun dibinde ki… Ama bir sesin
sürekli sizi gerçeğe çekmesi, ona doğru itmesi hatta gerçek tarafından yok
edilmek ölümcül bir his…
Gerçek tarafından yok
edilmek… Tüm hayallerinin, isteklerinin, taleplerinin ve tutkularının gerçek
tarafından harcanması… Öyle garip ki bazen bu durumun azameti gözümü ölesiye
korkutuyor. İşte bu yüzden ölümcül… Yani bir taraftan da çok boktan birşey…
Çünkü her sabah uyandığınızda yada benim gibi her sabah yatağa yattığınızda
“yapılacaklar” listeniz biraz daha kabarıyor. Ama hiçbirinin yanına yapıldı
işareti koyamıyorsunuz. Ama bugün yapılacaklardan ziyade yapılmışlardan bir
hikaye anlatacağım.
Bir ihtiyarın hikayesini….
Genç çocuk ihytiyarın eline
düştüğünde daha çok körpeydi… O kadar körpeydi ki onun gösterdiği dünyayı
gerçek zannederdi. O zamanlar aklında, hayatında gerçek tarafından yok edilmek
yoktu…
İhtiyar garip bir adamdı. Hep
kendine has doğruları vardı. Ama bu genç için hiçbir şey ifade etmiyordu. Çünkü
ihtiyarın doğruları zamanla onun da doğruları olmuştu. Genç geriye dönüp
baktığında , bunca çirkin şey yaşanmasına rağmen ihtiyar hakkında tek bir kötü
söz edemiyordu. Bu durum genci kendinden tiksinir hale getirmişti. Çünkü birini
sınırsız sevmek nedir işte bununla tanışmıştı.
İhtiyarın bir lafı vardı
hiç ağzından düşürmediği “sen doğru ol,
eğri kendini gösterir”. Genç hep bu lafa göre hareket etmişti. Ancak bu
doğruların yalnızca ihtiyara özgü doğrular olduğunu keşfedememişti.
Tüm gerçeklere uyandığındaysa
herşey için çok geç olacaktı.
Böylece yıllar geçti.
İhtiyar, genci elinde hamur gibi yoğurdu ve ona şekil verdi. Ancak yıllar sonra
gencin hamurunun başka olduğu ortaya çıktı. O şekil o hamurla olamazdı.
Bir İzmir vardı bir taraftan
da… Öyle bir yerdi ki bu İzmir, herşeyi siktir edip, tüm şehrin ışıklarını
söndürüp gidilesi bir yer… İşte burası gencin burnunda tütüyordu…
Kapı çaldı. Genç kapıyı
açtı. İçeri girdi biri… Genç “kimsin”
diye sormamıştı bile… Biliyordu kimin geldiğini. İçeri giren kişi çok gerçekti.
Böyle tanıştı genç gerçekle… Davetsiz, sorgusuz, sualsız…
Gerçek o gece gencin koynuna
girdi, ruhuna sızdı. Hatta genci bir güzel becerdi. Sabah olduğunda gerçek
ortada yoktu. Genç nerede olduğunu merak etmedi. Çünkü biliyordu, artık gerçek
içindeydi.
İhtiyar sokaklarda yürürdü
hep, Asla kabul etmezdi yaşlılığını… Birgün dişleri döküldü… Hatta yolda çenesi
düştü… Ardından koşan gençler uzattı çenesini ihtiyara… Ölüyordu ihtiyar ama
öldüğünü kabul etmiyordu.
Hayat böyle sikik birşeydi…
Kimse öldüğünü kabul etmiyordu. Hatta öldüğünde bile…
İhtiyar yaşama öyle
delicesine tutunmuştu ki, ezip geçtiği hiçbir şeyi göremedi. Yalın ayak yürüdü
bahçelerde… Öyle filizler seçti ki yetiştirmek için, hepsi reyhan kokuyordu.
Gencin yılları geçti.
Kalbinde ihtiyarın yeri büyüktü. Öğrendiklerini hep saklı tuttu. Ama ihtiyar
birgün gidince gençten, genç bomboş kaldı!
Genç çirkinledi, genç
yaşlandı, genç yaşamdan soğudu! İhtiyar öyle bir gitmişti ki, verdiklerine
karşılık gencin tüm enerjisini sömürmeyi tercih etti. Genç artık genç değildi!
Ama ihtiyar hala ihtiyardı!
İhtiyar genci tüketti, onu
düşman belledi! Yaptığı herşeyde, attığı her adımda içindeki kin ve öfke, o
keskin zehir dışarı taşıp sağı solu yakıyordu. Ne gariptir ki kimse de bu işe
“dur” demiyordu!
Zaman geçti. Herşey bitti,
herşey sona erdi! Dışarıda yeni savaş meydanları kurulurken, genç acizane
camdan dışarı bakan adam oldu.
Halbuki ölüm birgün herkesi
bulmayacak mıydı? Neden tutuyorduk bu kurumuş ağacın köklerini? Ellerimiz
parçalanana kadar neden çekiştirip duruyorduk? Mezar sesi duyacaktık hepimiz
sonuçta. Toprağın ıslak kokusu burnumuzda kalacaktı.
Niyeydi bu kadar hırs?
İhtiyar bir gün kral oldu!
Ama tacı da tahtı da bir darbeyle elinden alındı! Darbenin mimarı zamandı!
Durmadan akan, kapılardan, pencere aralarından sızan, durdurulamayan zaman!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder