26 Şubat 2011 Cumartesi

Bir Karar Verdim

Yaş ilerledikçe dünya avcumuzda bir pinpon topuyken, atlas gibi sırtımıza biniyor ve bu ağırlığın altında her geçen gün eziliyoruz. O kadar zor günler geçiriyorum ki... Aslında kiminin derdi dünyayla benim ki kendimle. Sağlam duramamak, yumruğu masaya vuramamak ve idare etmek zorunda olmakla alakalı! Beni ben olmaktan çıkaran, biat etmek, sessiz kalmak, fikirlerini içine gömmek zorunluluğu! Ama içimde kümelenen bu kadar sıkıntıyı zaptedemiyorum artık! Evet, sorun kendimde ve çözüm de öyle! Bu yüzden kendim olmaya dair bir karar verdim. Başka türlü bu şizoid yaşamdan yara almadan çıkamayacağım. Yolun bu kadar başındayken kaybedecek neyim var ki?

3 Şubat 2011 Perşembe

Sevgili'ye Açık Mektup


Yıllar önce yazılır, kapatılırmış mektuplar. Alıcısı alır, okur ve saklarmış. Kiminin kitap arasına, kimilerinin çekmecelere kilitlediği o mektuplar kendilerini zamanın küf kokulu ve nemli kucağına bıraktılar… Bilmem hiç dokunma şansınız oldu mu onlardan birine? Ben dokundum. Hep istedim o zamanları yaşamayı mümkün olmadığını bilsem de. O zamanı yaşayınca, o zamanın gerçekliğine ulaşacağımı düşündüm. Şimdinin sentetikliğinden bunalan modern bir burjuvanın veyahut yeni yetme bir entelektüelin avazı değil bu! Gerçekten geçmişte yaşamayı çok istedim! O saman kâğıtlarında ki pürüzlü dokuyu hissedebilmek için defalarca gezdirdim parmaklarımı sayfalarda. Gizli bir tılsım, bir anahtar, geçmişe aralanan bir kapı belki de… O Saman sarısı kâğıtlarda saklanmış binlerce anı inci gibi işlenmiş her bir harf buram buram emek kokan aşklara delaletti sanırım. Aşık olana kadar aşk yok sanırdım herkes gibi. Sürekli aşk hikayesi anlatan aptal kızların ve aşık olmaktan başka şansı olmayan zavallı heriflerin avuntusuydu aşk benim için! Değilmiş elbette! Aşkın mektuplara kilitli kalmadığını, zaman – mekan eklemlenmelerine mecbur olmadığını keşfeden bir kaşif gibiyim. Alt notalarında naftalin kokan bir mektup yazıyorum şimdi ama kapalı değil açık, alabildiğine açık hemde! Niçin kapatsın ki insan aşkını iki dudak ve bir dilin mühürlediği zarflara? Neden saklasın ki hissettiklerini kitap aralarında, çekmece kuytularında? Aksine bağırmalı, haykırmalı aşkını dağa, taşa… Şehrin ortasında dağ-taş? Zor… Ama en azından kalabalık bir meydan, bir dost meclisi, sosyal bir paylaşım mecrası eğer çok utangaçsa en azından sevgilinin küçük kulakları…

Anlatmak mümkün değil elbette sevgilimi… Bunu defalarca denedim çünkü! Ve gördüm ki kelimeler oldukça kısıtlı onu tasvir etmede. Her aşığın dediği gibi kelimeler kısır sevgiliyi anlatmada. Ama şimdi uzakta benden, öyle yalnızım ki sürekli şunu tekrarlıyorum kendime “Nasıl bunca zaman onsuz yaşamışım? Ben onsuz ne yapmışım?” İnanın bilmiyorum. Zaman o olmadan kendini öyle naza çekiyor ki saniyeler yıllaşıyor akrep ile yelkovan arasında. Yoğun bir şerbet kıvamında saatler ve günler kendini damıtarak kendinden sonraki günü takip ediyor. Ne İçtiğim sigaradan zevk alıyorum ne yediğim yemekten. Her şey lezzetsiz ve herkes çekilmez. Geceleri hele… Yatağa yalnız girme fikri bile canımı yakıyor. Isıtacak eller ayaklar olmadan, uykunun en mavilerinde giderek derinleşen nefes sesleri yokken, kavrayacak incecik bir bel, gece uykudan uyandıkça öpülecek kordan dudaklar olmadan yatağa girmek kadar salakça başka bir fikir yok. O yüzden bir süredir uyku benim için ertesi günün önkoşulu. Günler bir an önce yuvarlansın diye uyuyorum.
Sabah yanında uyanmayı ölümüne özlediğim sevgili, şu yaşadığım kısacık hayatta ne öğrendiysem hepsini sayende ağzıma yüzüme bulaştırdım. Karanlığın ortasında, insanlara saçtığın ışıklar o kadar yalan ki… Sen sessizliğinde konuşurken, insanların senin söylediklerini çözmeye uğraşması beni sadece güldürüyor. Ben bile ruhunun engin dalgalarında dik durmayı yeni becerebilmişken, kimler ne cesaretle seninle sörf yapmaya niyetleniyor aklım almıyor. Buzdan kalelerin en karlı kraliçesi, sen sakladığın özü öyle derinlere gömüyorsun ki her seferinde derinlik sarhoşu oluyorum… Ve en güzeli hala bana aşık olup olmadığını bilememek… İşte en güzeli bu, sana asla tamamen sahip olamamak! Kendi içinde yaşadığın med-cezirler, bu kıyılarda tsunami oluyor! Benim karalarım senin sularına karışıyor!
Ey elleri her yere uzanan kadın, sana söylüyorum! Senin yokluğunda ben gitmişim ve dönüşü muallâk mahallere bilet kestirmişim. Üzerimdeki gök giderek ağırlaşıyor, ciğerlerime cıva doluyor sanki. Çok zor her şey! Sensiz…
"

Yalayacak bir zarfım, dokulu saman kâğıdım ve inci gibi bir yazım yok belki ama aşkım baki! Zamanın eskitemediği tek şey aşk sanırım. Hayat ne kadar değişse de, insanlar başkalaşsa ve ilişkiler sanallaşsa da gerçek bir aşkı ne ikame edebilir? Bunun için sarılın sevgilinize ve saklamayın, gizlemeyin sevdiğinizi kitap aralarında yaşamaya çalışan küflü kağıt köşelerine!