30 Haziran 2011 Perşembe

Hipnozcu Hesabını Kapatır


Çıktığı yolculuklar Hipnozcuyu yormuştu hatta adı kalmıştı sadece kendine dair. Öyle mutluydu ki kızla birlikte sakin bir hayat sürmekten... Zirve yapmıştı artık ve yediği tokatların onu kestiğini, hayatı öğrettiğini düşünüyordu. İnanın böyle değildi dostlar, hiçbirimiz için böyle değildi! Bu yüzden Hipnozcu der ki; eğer zamanınız varsa okuyun bu yazıyı! Öyle birini anlatacağım ki size iyi ki sen tanışmışsın ve bizi ıskalamış diyeceksiniz. Belki de ilk görüşte tanıyacaksınız o karanlığı.

...

Şimdi kara bir tohum hayal edin. İşaret parmağının yarısı büyüklüğünde ve yüzeyi baklava dokulu... Siyahın öyle bir parlağı ki karanlık ancak bu kadar içine çeker seni. Çünkü siyahın ışıltısı evrendeki tüm güneşleri söndürebilecek kadar cazibelidir. Bu sedefli tohum nefret, kin, haset ve kainattaki tüm fenalıkların konsantre hali gibidir. Tanıdığınız her kötünün en iyi ve en kötüsünü alıp bu tohumda bir araya getirmişler sanki! Tohum elde tutulmaz, tadına bakılmaz hatta gözle bile bakılmaz! Bu yüzdendir ki tohumun etrafını organlarla, dokularla, deriyle, saçla ve gözle kamufle ederek indirmişler yeryüzüne! Şeytanın bir parçası demeye dilim varmıyor ama... Güzel birşey çıkmış ortaya! Ortaya çıkan ve insan görünümlü bu mahluk birşeyden eksik doğmuş! Kalpten! Onun yerine de tohumu yerleştirmişler işte...

...

Hipnozcu ve kız mutlu bir hayat yaşadıkları bu zümrüt çayırların ortasında bir eve yerleşmişler. Evleri küçük ve sevimli bir evmiş. Öyle filmlerden fırlamış yapay bir sevimlilik değil, cidden sıcacık bir ev! Yaşadıkları kasaba halkı yardımsever insanlardan oluşmaktaymış, yada aşık olduğuklarından ayırt edemiyorlarmış iyiyi kötüyü bilmiyorum. Sarp kayalıkların kendini yeşil otlaklara bıraktığı bu cennet arazide konuşlanmış kasabanın üç yanı dağlarla çevriliymiş. Daha doğru tasvir etmek gerekirse eğer, kasaba dağların kucağında yer almaktaymış. Güneş, kasabanın dördüncü cephesinden doğduğu için standart bir açıyla ufka bakan herkes sanki ilk kez güneşin buraya doğduğunu hissedermiş. Bulunduğu konum gereği ulaşımın pek mümkün görünmediği bu kasabaya yolu düşen olmaz, kasabalılarsa kasaba sınırları dışına gerekmedikçe çıkmazlarmış. Kimilerinin izole bulabileceği bir hayat yaşarlarmış. Güneşin bu kadar güzel doğduğu bu kasabada kimse gündoğumunu sevmez, o alacakaranık vakitlerinde ortada görünmezmiş. Herkes evine kapanır ve gecenin kendini iyice güne bırakmasını beklermiş. Bu yüzden kasabada hayat geç başlar geç bitermiş. Bunun nedenini merak eden Hipnozcunun kulağına garip bir efsane çalınmış. Rivayete göre; çayırların bitip uçurumun başladığı dördüncü cephede günün ilk ışıklarıyla birlikte "o" belirirmiş. Kim o? demiş Hipnozcu. Aman demiş kasabalılar! Aman diyeyim Hipnozcu sakın ha adını ağzına alma "O"nun. Heryerde kulağı vardır onun. Duyarsa kurban eder seni! Ama kim o? demiş Hipnozcu kim? Çayırın bitipte dağın keskin yamaçlarının başladığı ilk düzlükte bu kasabaya tepeden bakan çirkin bir virane var görmüşsündür. İşte orada yaşar! Gündüz de, gece de dışarı çıkmaz! Sadece kuşluk vakti uçurumun başına gider ve kendine bir kurban arar günün geceyle öpüştüğü yerde demiş kasabalılar. Hipnozcu üzerinde durmamış gibi görünsede durum ilgisini çekmiş aslında. Çünkü geçmişinde kapatılmamış bir hesabın kokusunu almaktaymış Hipnozcu, intikamın yeterince soğuduğunda alınması gerektiğini de o hesabın sahibinden öğrenmiş hatta!
Bunun üzerine Hipnozcu kendi kendine düşündüğü her vakit, kasabanın tepesinde gözlerini dikmiş bakan ne olduğunu bilmediği o şeyin nasıl bu kadar etkili olduğunu düşünmeye başlamış. Günler birbiri ardına yuvarlanırken, içinde merakla büyüyen yeni bir Hipnozcu ile karşılaşmış. Gündelik hayat mutlu mesut akıyormuş akmasına, peki ya Hipnozcunun özü o yerinde mi duruyormuş? Misyonunu unutmuş mu Hipnozcu? o değilmiymiş yedi cihana nam salan üstad! Nasıl bir başkası bu kadar başarılı olabilirmiş? Belki de daha oyun bitmemiştir! Ya O'ysa? Hem kasabalılar için de gündoğumu ile barışmanın vakti gelmiştir ve Hipnozcu kaderin bir piyonu olarak kurtarıcı atanmıştır belki... Kendi kaderinin ve diğerlerinin kurtarıcısı... Tüm bu sorularla beynini yiyen Hipnozcu bir kuşluk vakti evden çıkmaya karar verir. Kız bir melek gibi yanıbaşında uyumaktadır. Parmak uçlarında yürüyerek evden çıkar, kapıyı da ardından sessizce kapatır.
Hipnozcu sarkacını kontrol eder, yerindedir. Kuşlar günün aydınlanmaya başladığını haber verircesine ötmeye başlamışlardır. Hipnozcu kasabanın dar sokaklarından uçurumun başlayıp çayırların bittiği ufka doğru yürürken hala gökte olan dolunayı izlemektedir. Yıldızlar az da olsa seçilmektedir. Kasabayı ardında bırakan Hipnozcu çayırların sonuna doğru yürür. Uçurumun başına geldiğinde önce sesini duyar! "Kendine yeni bir isim vermek istesen bu ne olurdu Hipnozcu?" Sesi duyunca Hipnozcu neyle karşı karşıya olduğunu anlar. "O"ndan dalga dalga yayılan bu efsun hiçbirşeye benzememektedir. Ardına döner ve O'nunla burun buruna gelir. "Bir adım var zaten", "Başka bir ad başka karakteri olana gerekir mesela sana Büyü" der. "Adımı unutmamışsın" der Büyü. "Adını unutsam neye yarar ki? Neyi silebilirim sana dair? En büyük hayal kırıklığımı mı?" O mavi gözleri karanlığı kusarken dünyaya, Hipnozcu içinden bir kez daha bu yalan kadına kanmamak için dua eder. Büyü konuşur, büyü anlatır. Hipnozcu dinler, inanmamak için direnir. Büyü devam eder. Saat ilerler, gün yükselir. Hipnozcu kulaklarını tıkar. Büyü daha fazla daha da fazla anlatır. Hipnozcu yere çöker teslim olmuştur ne yazık ki... Büyü ona doğru birkaç adım atar. "Karanlığıma hoşgeldin" der. Hipnozcu, dizlerinin üzerine çöktüğü yerden, kapalı olan gözlerinden bir tanesini aralar. Elleriyle yzünü kapatmıştır. Parmak aralarından günün ilk ışığı çarpar Hipnozcunun gözüne ve o an hatırlar cebindeki sarkacı! Yerden doğrularak sarkacı Büyü'ye doğru sallar. Güneşten iyice rahatsız olan Büyü, Hipnozcunun bu cesaretine inanamaz. Sarkacın etkisinden dolayı yerinden de kıpırdayamaz. Çünkü Hipnozcu karanlığı kullanmadan başetmektedir onunla bu kez iyilikle!

...

İşte bu şeytanın yer yüzündeki aksidir. Böyle insanlar numunedir hayattta. İçlerinde taşıdıkları kalp değildir çünkü. Öyle çok tilkileri vardır ki beyinlerinde, kötülüğün kudretiyle hiçbirinin kuyruklarını birbirine değdirmezler. Önce kurban bulur, sonra paralize edip uyuşturur. Sonra öyle bir algı yaratır ki yalanları bilsende inanırsın. Çünkü öyle bir belagat gücüdür ki o bir kere açtıysan içini senin tüm zaaflarını anında keşfeder. Hayatının her zerresine sızar seni sömürür ve sen hiçbirşeyin farkında olmazsın. Hatta içen içe onu sevmeye devam bile edersin onun şu hayatta hiçkimseyi, kendisini bile sevmediğini bile bile...

...


Hipnozcu tek bir laf etmez! Bu suskunluğun onu daha çok kudurtacağını çok iyi bilmektedir. Gün ışığı çarptıkça tenine kararır Büyü, parça parça dökülür etleri. Kirli karanlığı dökülür ortaya! Kasabalılar evlerinden çıkmış olan biteni izlemek için ilk kez uçurumların başına yürümüşlerdir. Büyü çaresizce erir, erir ve yok olur....
Hiçbirşey onun sandığı gibi tekerrür etmez. O karanlık tohum, küllerin üzerine yuvarlanıverir. Kasabalıların şaşkın bakışları altında tohumu eline alarak güneşe tutar Hipnozcu. O anda inanılmaz birşey olur ve güneş kararır. Bu şeytan tohumu öyle güçlüdür ki... Yoksa... Yoksa Hipnozcu bu gücü tekrar eline mi alacaktır? Kalabalığın içinden üzerinde geceliğiyle kız sıyrılıverir. O an göz göze gelirler Hipnozcuyla. Soğuk bir rüzgar eser mevsimin aksine! Hipnozcu kıza bakar önce, sonra tohuma! Yaşadığı güzel günler gelir aklına o güzel gözlerini görünce kızın. Sonra elindeki tohumu uçurumlardan bir anda fırlatır. Güneş hiç doğmamış gibi doğar bir anda. Hipnozcu yorgun düşmüştür, yere yığılır. Kız Hipnozcunun başını kucağına alır. Gün, yeniden yükselmeye başlar. Kasabalılar uçurumun başında çayırların üzerine çökerek doğan günü izlerler. Kasaba tarihinde bir ilk yaşanmaktadır. Kasaba halkı Hipnozcuya derin bir minnet duyar O'dan kurtuldukları için. Hipnozcu ise içinden tekrarlamaktadır yarı baygın... "Sen doğru ol, eğri kendini gösterir... gösterir "