Meleklerin
imza topladığını düşünün. Taksim’in göbeğinde anketör gibi giyinmiş ve
arkalarında kanatları uçuşan, ellerindeki sekreteryalarla insanların önünü
kesip: “pardon, sevenleri kavuşturmak için imza topluyoruz. Katılmak ister
misiniz?” diye insanları taciz eden melekler... İşte biz buna gerizekalılık
diyoruz... Elbette hayır! Bunun adı hayal gücü! Bunu hayal edip söz yazan,
üzerine beste yapıp albüme koyan zihniyetle aynı topraklar üzerinde yaşamaktan
gurur duyuyorum! Şaka yapmıyorum ciddiyim... Elin Avrupalısı böyle çıkış
noktalarından sanat filmleri çekiyor. Ama biz yok illa eleştireceğiz. Böyle
zamanlarda insan “fazla eleştiri, gizli hayranlıktır” sözüne katılmadan
edemiyor. Kendimizde eksik gördüğümüz her şeyi boklamaya pek müsaitiz! Sakın bu
satırları okurken yahu bu maxindaclub da ne adam çıktı demeyin! Çünkü size bu satırları okuturken fark ettirmeye
çalıştığım küçük detayları es geçmenin vehameti! Velhasıl kelam gelelim
zurnanın zırt dediği yere... Ne demiştik? Hayal gücü... Hayal Gücü, fantazyalar
dünyası, İnsan itkisi ve sinema...
Hayal
gücü ve onunla yarattığımız fantazyalar dünyası sadece fantastik filmlerde
işimize yaramıyor... Zira, çekilen en klişe filmin bile bir sahnesi bizim hayal
gücümüzün ürünü... Ve o sahneyi oynayan oyuncunun da sahne üzerindeki yorumu
oyuncunun hayal gücünün ürünü... Sinemanın her yeri hayal gücüyle donatılmışsa
niçin filmlere “klişe” diyoruz? Çünkü toplumsal hafıza dediğimiz bir şey var.
Biz yıllar yılı aynı temaları onlarca filmde tekrar tekrar izledik.
Benzerlerine gerçek yaşamımızda tanık olduk, arkadaşlarımızın, akrabalarımızın
hikayelerini dinledik. Dolayısıyla olayın artık bize ilginç gelen bir yönü yok.
Hep bildiğimiz hikaye! Sonuç itibariyle Amerika’yı binlerce kez keşfedemezsin.
İşte bu noktada devreye fantastik sinema giriyor. Fantastik sinema şahsi olarak
merakla takip ettiğim bir tür. Çünkü bilinç dışının temel itkilerle bu denli
ilginç harmanlanarak ortaya, var olmayan bir dünya koyması ve izlediğimiz şeye
bizi inandırması korkunç derecede etkileyici bir olay. Bu yüzden kendimi bildim
bileli sinemanın bu fantastik yönünü çok severim. Bazı sinemacıların gerçek
hikayelere fantastik tatlar katmasıysa beni adeta baştan çıkarıyor. Bunların
başında Emir Kusturica, Tim Burton,
Tarsem Singh ve Türkiye’den Ezel Akay’ı sayabiliriz...
Adamlar
bu kadar ilginç işlere imza atarken biz meleklere imza toplatıyoruz. Yetmez ama
“evet”! Böyle diyenler sonradan bin pişman olsa da sağ duyuyu elden bırakmamak
lazım. Melekleri İstiklal Caddesi’nde imza toplarken hayal etmek bile bir
gösterge sonuçta. Her ne kadar Türk Sineması ve Türk algısı bir türlü fantastik
sinemayla örtüşmese de, verdiğimiz eserler Dünyayı Kurtaran Adam, Çakma Türk
E.T. Badi ve türevleriyle sınırlı kalsa da bir gün gerçekleşmeyecek olduğu
anlamına gelmez. Ha sorarsanız ki evet arkadaş neden bizim eli yüzü düzgün bir
fantastik filmimiz yok? Bizim bu kadar köklü bir mitolojimiz, şaman kültürümüz, Orta Asya ve Güney Sibirya geçmişimiz varken niçin izlenir bir fantastik film
çekemiyoruz? Bence biz kendi hikayelerimizi anlatmakta biraz özürlüyüz. Yapılmış
güzel örnekleri olmakla birlikte biz aman Avrupalı bizi oryantalist görmesin
diye göbeğimiz çatlıyor. Bu yüzden melez işler ortaya çıkarıyoruz. Aynı kendi
toplumumuz gibi melez ne doğulu ne batılı... Bu durum sadece sinemaya da değil,
müziğe, edebiyata, bilime ve siyasete de sirayet ediyor... Bitti!
Yoo dostum, akademik bir
yazı yazmıyorum. Bölümün akademisini bitirmem beni bir akademisyen yapmıyor.
Çok bilmiş bir taze mezunum sadece. Yalnızca bloggerım. Bu da bana istediğimi
yazabilme hakkını veriyor ki bundan oldukça memnunum.