6 Eylül 2010 Pazartesi

Başkalarının Acısına Bakmak


İçimde büyüttüğüm acılarım var. Onları özenle besliyorum. Giderek dallanıp budaklanmalarına izin veriyorum. Kökleri oldukça diplerde olan bu acıların çiçekleri bildiğimiz türden değil pek! Acılarımın çiçekleri dikenli! Budamıyorum bir süredir çünkü dikenleri iç organlarıma, damarlarıma ve göğüs kafesime batıp kanattıkça bu durumdan hastalıklı bir zevk alıyorum. Normal değilsin bence diyebilirsiniz elbette! En nihayetinde acı çekmekten hoşlanan bir avuç kişiyiz şunun şurasında! Bende sorarım o zaman size ne normal? Ne anormal? Kime göre normal? Neye göre? diye... Bunun cevabı yalnız bende soruyu ben sorduğum için! Hayat çok deneyimlenesi bir olgu! Küçük küçük parçaların oluşturduğu kocaman bir bütün. Bu bütünselliğin içinden bir parçayı eksiltemezsiniz, eksiltmemelisiniz! Eğer eksiltirseniz kedinizden çalarsınız. Her parçasıyla bir "tam" ifade eden bu hayatı kafanıza göre kesip biçmeyin bence. Mutlu olmaktan nasıl zevk alıyorsanız, acı çekmektende alın! Hatta başkalarını acı çekerken görürseniz bundan bile zevk alın, onun adına mutlu olun! Zira bu onun hala hayatta olduğuna, nefes aldığına delalettir! Sevdiklerinizin yaşıyor olmasından daha büyük mutluluk var mıdır? Ayrıca kişinin yaşadığı kötü şeylerden ötürü acı çekiyor olması, hiç tepki vermemesinden daha sağlıklı bir eğilimdir. Hayatı nötrizasyona maruz kalmış kişiden götün götün kaçın! O zat potansiyel tehlikedir! Fakat bu yönü acılara bakmanın en temel, en dolaysız ve en birinci tekilli yaklaşımı! Şimdi çerçeveyi bir tık daha genişletiyoruz!

Susan Sontag'ın başlıkla aynı isimli kitabını okuyalı tam bir yıl olmuş. Kitabı ilk elime alıp sayfalarını çevirdiğimde, o küçük ve az sayfalı kitabın bu kadar derin olabileceğini düşünmemiştim açıkçası. Kitapta bahsedilen bize ait olmayan acılara yaklaşımımızdı. Acı teşhirinin tarihi gelişimi ile başlayarak, kitap başkalarının acılarına gerçekten hangi noktadan yaklaştığımızı sorgulamamıza neden olan bir noktada bitiyordu. Sayfalar döndükçe birbirinin ardına giderek kendini sorgulamana neden oluyordu. Çünkü acılar her an, her saniye estetize ediliyor ve metalaştırılıyordu! Kitle iletişim ağı acıları sentetik hale getirirken bir yandan da bizim algılarımızı bozmayı ihmal etmiyordu. Televizyonda izlediğimiz acının malzeme edildiği her haber, içimizde hala canlı kalan duygularımızın baş vermiş sinir uçlarına çivi çakılır gibi çakılıyor, dolayısı ile acılar bazen uyuşturucu bazen provoke edici bir amaçla kullanılıyordu. Bu aşamada acılara karşı normal şartlarda takınacağımız tavır, manüpüle ediliyordu! Birileri bizi içten içten uyutuyor, istediği şekli veriyor ve istediği tepkileri vermemizi bekliyordu! Öylesine zerk edildi ki beynimize bu durum gerçek algımız iyiden iyiye kaydı! Artık başkalarının acıları bizim için karşı tarafı kazanabilmek için açılmış bir sınav görevi görüyor! Üzülmesek bile üzülmüş gibi yapmak veyahut bir an üzülmüş olsakta bu üzgün hali sırf o kendini rahat hissetsin diye sürdürmek sadece üzerimize giydirilen bir tepki! Ve o tepki bize birkaç beden küçük, sığamıyoruz içine!
İşin aslı ben üzülmüyorum acı çeken kişiye! Ben kendim acı çektiğim zaman bile tadını çıkarırken nasıl üzülürüm acı çekene? Samimiyim en azından... İşte bu yüzden onu anlamaya, derinlerine inerek onu çözmeye çalışıyorum! Böyle duygu odaklı bir ruh halini ağır mantık ile çözmeye çalışmak sizin deyiminizle ancak benim gibi anormallere özgü bir durum!
Tüm bu düşüncelerin fışkırmasına sebebiyet veren bir adam var yeni tanıştığım! Müstakbel bir dost hatta! Akıllı ve donanımlı bir adam! Bu adamın yaşadığı bir olay neticesinde hayatının bir anda nasıl tepe taklak geldiğinin en yakın şahitiydim. Bu durum bana yakından gözlem yapabilme şansı verdi! İşte tüm bunları o derin derin acı çekerken farkettim! Adına sevindim! Çünkü göründüğü ve anlattığı kadar mekanik değildi! Bir kalbi vardı taş kesilmemiş ve onunla birilerine aşık bile olabiliyordu! İşte bu! Daha ne olsundu? Kalbi olan bir dosttan daha başka ne istenirdi! Bırakalım doyasıya acı çeksin ve yaşadığını farketsindi! Bu hayatı acısıyla tatlısıyla yaşamadıktan sonra ne anlamı kalırdı? Saatler birbirini kovalar, günler ve aylar biner peşisıra... Arada kayıplar boşluklar...
Özetle dediğim şu; Haydi hep beraber ölümüne acı çekelim! Mutlu değilsek eğer ne şöyleyim ne böyle demektense doya doya acı çekelim! Emin olun yaşadığımızı daha çok farkına varacağız! Başkalarının acısına seyirlik gösteriler gibi yaklaşmaktansa biraz kendiniz olun! Silkinin ve acı çekin... Bol bol ve derinden!

1 yorum:

  1. "Böyle duygu odaklı bir ruh halini ağır mantık ile çözmeye çalışmak sizin deyiminizle ancak benim gibi anormallere özgü bir durum!"

    Yo, adamım yo! Doğrusu bu! Hep yaptığım da bu!

    YanıtlaSil