“Medya,
halkı tatmin etmekten çok kuşatır, bağlar. Bir yapımcının memnun etmesi gereken
ilk izleyiciler, filmin mali destekleyicileri, yani sponsor şirketler, stüdyo
ve TV kanalı patronlarıdır. Çünkü film ve televizyon dizilerinin çoğu halka
gösterilmeden önce tamamlanır. İzleyici tepkisini yansıtacak biçimde
değiştirilmeleri artık mümkün değildir... Bize, ne istiyorsak onu verdiklerini
iddia edenler, bizim, onlar ne veriyorsa istememizi sağlamak için de her şeyi
yaparlar.”[1]
ABD’li siyaset bilimci Michael
Parenti, henüz televizyonun altın çağının başladığı 1990’lı yıllarda ‘ama halk
bunu istiyor’ önermesinin nasıl bir sis bulutuna sarılı olduğunu bu sözlerle
açıklamıştır.
Medya kuruluşları, toplum
tabanından tepki aldıkları en radikal, en dik söyleme sahip, kendileri için
bazen oldukça az önem arz eden, bazen en kısa bazen de çok uzun ‘medya
partikülleri’ için yaygın olarak bu önermeyi kullanır.
“Halk
bunu istiyor!”
Peki,
gerçekten halk bunu mu istemektedir?
ABD’li bir diğer iletişim
kuramcısı Noam Chomsky yıllarca bunun tam aksini iddia etmiştir.
Chomsky’e göre medya-iktidar
ilişkisi ve bu ilişkiyi ana ekseninde kucaklayan kapitalist ideoloji halkın
aslında tam olarak ne istediğini çok da önemsememektedir. [2]
İktidar ağına sarılmış olan medya
halkı yoğun bir enformasyon (bilgi) bombardımanına tutmakta, onların kafasını
bu bilgi kirliliği ile yorup onları paralize ederken, seyirlik eğlencelerle uyuşturarak
doğru-yanlış ayrımını yapmaktan geri tutmaktadır.
Döngünün bir sonraki aşamasını
yazar Adlous Huxley ‘Cesur Yeni Dünya’ romanında kurduğu distopik evrende
açıklar.
Huxley, uyuşukluğu uzun bir süre
devam eden ve simülasyon, geçici hazlarla kısa süreli ama yoğun tatminler yaşayan
halkın bir süre sonra ‘gerçeği aramaktan, gerçeği istemekten’ vazgeçeceğini öne
sürer.[3]
Yani Huxley, kitlelerin medyanın
yarattığı simülasyon evreninin halk tarafından gerçekten daha gerçek – Fransız
filozof Jean Baudrillard buna hiper-gerçeklik diyor- algılandığını söylemektedir.
Ancak döngüyü, medya-iktidar ve
tüketim toplumu üçgenine yeniden indirgeyecek olursak tüm bu kuramsal bilginin
veriliş amacına da otomatik olarak dönmüş olacağız.
“Halk
gerçekten ne istiyor?”
Son dönemde başta Türkiye medyası
olmak üzere yabancı basının da yoğun ilgisini çeken yazar Metin Hara ve
Brezilyalı süper model Adriana Lima’nın magazin diliyle ‘gündeme bomba gibi
düşen ilişkisini’ örneklem olarak alalım.
Elbette bu örneklemin seçilme
amacı “bu ilişkinin sadece gündeme bomba gibi düşmesi” değildir.
Öncelikle bu magazinsel görünen
gelişmeyi incelemeye değer kılan ilişkinin ilk göze çarpan özelliği olan ikili
arasındaki sosyo-ekonomik farktır.
Bu ilişki, yazınsal tarihin ana temalarından
biri olan zengin-fakir mitinin yeniden üretimi olarak görebiliriz. Bunu aynı
zamanda güzel-çirkin mitinin yeniden üretime sokulması olarak da görebiliriz.
Masallardan başlayarak edebiyata
oradan tiyatro ve sinemaya - örneğin Yeşilçam - uzanan klasik anlatının temelinde yatar bu mit ve
şunu içerir;
“İki cihan bir araya gelse de
aralarındaki farklar (sınıfsal, ekonomik, estetik) dolayısıyla bir araya
gelemeyecek olan iki aşık bir araya gelirler. Çünkü aşk her şeyin üstünde
durmaktadır, çünkü mucizeler her köşe başında bizi beklemektedir. Sabredin ve
bekleyin!”
Yukarıdaki satırlara uzaktan
baktığımızda bize olumlu bir tasavvur sunsa da aslında satır araları çoğu zaman
olduğu gibi gerçek mesajı saklar.
Evet, iki cihanın iki farklı
insanı bir araya gelmiştir. Ama nasıl?
Gerçek olmayan mucizeler
sayesinde... Peri anneler, yedi cüceler, prensler ve camdan ayakkabılar...
Yakın tarihin peri masallarında
da durum farksızdır. İki aşığın bir araya gelmesi yine mucizevi ve beklenmedik
gelişmeler sayesinde olur.
Dolayısıyla hikayelerin son kod
kırıcıları – yani halk, kitle – mucizelere olan tutkusu nedeniyle bu ilişkileri
hemen bağrına basar. Gerçek hayattaki bu peri masallarının gerçekliğini
sorgulama ihtiyacı hissetmeden kabul eder.
Evet, kitle bu masalları kendininmiş
gibi kabullenmeye hazırdır. Peki medya bu hikayenin neresindedir?
1982 doğumlu yazar,
kişisel-gelişim uzmanı Metin Hara kariyerinin henüz başında birçoklarına göre
gelecek vaat eden, bir kısmın ise hiç haberdar olmadığı, popüler kültür ikonu
olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir simadır.
“Aşkın İstilası” adıyla
yayınladığı üçlemenin ilk halkası “Yol” binlerce satarak kısa sürede ‘Best-Seller’
listesinde üst sıralara tırmanmıştır. Lima ile olan ilişkisi geleneksel ve
sosyal medya üzerinden dolaşıma girmeden bir kaç ay önce de yazarın “Yol”
kitabı İngilizce olarak yayınlanmıştır. Estetik açıdan değerlendirecek olursak
Hara, genel-geçer estetik algısında ‘vasat’ bir noktada konumlanmaktadır.
36 yaşındaki dünyaca ünlü
Brezilyalı top model Adriana Lima ise Victoria’s Secret isimli iç çamaşır
markasının baş mankenlerinden biridir. Melek olarak anılan bu modeller dünya
genelinde, medyanın da büyük katkısıyla zaman içerisinde birer ‘arzu nesnesi’ne
dönüşmüşlerdir.
Dolayısıyla, dünya üzerindeki
heteroseksüel eğilimlere sahip bir çok erkeğin ve homoseksüel eğilime sahip
kadınların beğendiği ve / veya arzuladığı bir semboldür Lima.
Bu şartları baz aldığımızda
medya, Lima-Hara ilişkisini güzel-çirkin miti üzerinden değerlendirerek yeniden
üretime sokmuştur.
Ve beklenen olmuş, halk da
medyanın zokasını yutarak bu ilişkiyi konuşmaya başlamıştır.
Bir kesim kitle Hara’nın Lima ile
birlikte olabilecek kadar yakışıklı olduğunu söylemektedir. Bir başka kesim ise
‘dünya güzeli’ Lima’nın Hara’da ne bulduğunu ve ona neden aşık olduğunu
anlamamaktadır. Bu kesim aynı zamanda Hara’nın Lima’nın onunla birlikte
olabilecek kadar zengin olmadığına da kanaat getirmiştir.
Zira bu – yargılayıcı,
indirgemeci ve insanları kategorilere ayırarak, istifleme konusunda her türlü
hakkı kendinde bulan – kitle aynı sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel pozisyonlara
sahip olmayan iki kişinin aralarında para ve / veya güzellik bağlantısı olmadan
bir aşk yaşayabilme olasılığına hiç ihtimal vermemektedir.
Medya ise bu ilişkiyi yine aynı
bağlamda sunarak, ilişkiyi konuşup konuşturarak standart iki insan arasında
olabilecek bir ilişkiye haber niteliği kazandırmaya devam etmektedir.
Gerekçe ise hep bildiğimiz
gerekçedir; Çünkü halk bunu istemektedir.
Tüm bu süreçte titizlikle
irdelenmesi gereken üç sacayağı vardır. Kitle, medya ve Hara-Lima...
Hara-Lima ilişkisi ve bu
ilişkinin haber olarak servis edilmesi en çok kimin işine yaramıştır?
İlk olarak medya...
Medya ezber bozmamış, her
’sürpriz’ ilişkiye uyguladığı formülü bu ilişkiye de uygulamıştır. Önce
havaalanında çekilen gizli kamera görüntüleri ‘sürpriz aşkın ilk kanıtı’ olarak
servis edilmiştir.
Haberin servisi, kitle arasında
büyük heyecan yaratmış, Lima’yı tanıyıp Hara’yı tanımayanlar Google’a çılgınca
‘Metin Hara kimdir?’ sorusunu sormuştur.
İkilinin fotoğrafları ve
özgeçmişleri uzun foto-galerilerle dolaşıma sokularak halkın bilgilenmesi
sağlanmıştır. Bu ‘kamu yararına’ yapılan katkının ardından taraflara söz hakkı
doğmuş ve ilk açıklama daha az ünlü olan Hara’dan gelmiştir. Hara’nın bu
ilişkiyi doğrulaması kendinde her türlü yargılama hakkını gören kitleyi adeta
galeyana getirmiştir.
Medyanın bir sonraki adımı ise
ikili arasındaki ilişkinin geçmişteki izlerini sürmek için yine bu ikilinin
sosyal medya paylaşımlarını taramak olmuştur. İkili arasında ilişki başlamadan
yaklaşık üç ay önce ilk temasın tamamen ‘profesyonel’ gerekçelerle
gerçekleştirildiği saptanmıştır.
İkilinin yeni fotoğrafları
–özellikle öpüşürken- tekrar tekrar dolaşıma sokularak adeta bu iki insan
öpüşüyor öyleyse kesin aşıklar dercesine paylaşılmıştır.
Hatta bu magazin hadisesinin
etinden sütünden yararlanmak isteyen medya, işi bir nokta daha ileriye taşıyarak
ikilinin eski aşklarına mikrofon uzatıp, fikir alma noktasına getirmiştir.
Ertesi gün doğduğunda ülke
gündemin en önemli maddelerinden biri Lima-Hara aşkıdır. Zira bir önceki gün
ana akım medyanın önemli kalemşorları köşe yazılarının bir kısmını bazılarıysa
tamamını bu aşka ayırmıştır.
Diğer taraftan tatile çıkan
ikilinin ‘romantik’ fotoğrafları üç saat arayla sosyal medya üzerinden dolaşıma
sokularak olay ısıtılmaya devam edilmektedir.
Medyanın magazinini yapan
internet siteleri kimsenin birbirine yakıştıramadığı –üzerine vazife olmamakla
birlikte – bu çiftin arasındakinin reklam aşkı olduğunu dillendirmeye
başlamıştır bile...
Hara’nın kitabının İngilizce
edisyonun reklamı için ünlü modelin şöhretinden para karşılığı yararlanıldığı
hatta Hara’nın Lima’nın yakın bir arkadaşının sahibi olduğu özel bir TV
kanalında yeni sezon için bir program hazırlığında olduğu iddia edilmiştir.
Pop-Art akımının en bilinen
siması Andy Warhol’un izinden giderek kendi ünlülerini yaratma konusunda bir
hayli başarılı olan bu medya patronu iddialara göre programdan önce Hara’yı
daha şöhretli kılarak yüklü rating’leri hedeflemektedir.
İddialar doğruysa bu, sacayağının
kapitalist ideoloji –medya ilişkisi ayağını açıklamak için önemli bir veridir.
Zira bu bağlamda, medyanın Hara’yı parlatırken harcadığı emek medyaya finansal
açıdan geri dönecektir. Öte yandan medyanın Hara-Lima ilişkisini
haberleştirmesi, kapitalin medya içeriğine olan etkisine dair de oldukça önemli
bir göstergedir.
Elbette Hara da bu süreçte açıklama
yapmaktan geri durmamaktadır. Top model Lima’yı Türk gelini yapma konusunda
kararlı adımlar atan Hara Lima’yı ‘yengeniz olur’ noktasına kadar getirmiştir.
Buradaki ‘yenge’ tanımına dikkat
çekmek isterim. Zira Türk halkı yabancı gelinleri sever. ‘Yenge’ kelimesi Lima’nın
artık ‘bizim kızımız’ olduğuna dair kamuoyu oluşturmak, onu Türkleştirmek adına
kullanılan önemli bir terimdir.
Türkiye medyasının özellikle
Türkiye’ye transfer edilen futbolcuların eşleri ile ilgili kullandığı bu
terimi kendi dilinde Lima için de
benimsediğini görüyoruz.
Bu noktada ‘yenge’nin alelade
seçilmiş bir tanımlama kelimesi olduğunu düşünmek en hafif tabiriyle biraz
‘saflık’ olacaktır.
Hara ise medya sitelerinin ‘PR
aşkı’ iddialarını şiddetle yalanlarken, aralarındaki aşkın gerçek olduğunu
söylemektedir.
Sürecin sonuna yaklaşırken
gelişmelerin kırılma noktası henüz çiçeği burnunda aşık Hara’nın ülkenin ünlü
röportörlerinden birine, ‘romantik’ tatilini bölerek verdiği röportaj olmuştur.
Henüz iki gün önce kitlenin büyük
bir kısmının adını bile duymadığı Hara verdiği bu röportajla ülke gündemine
bomba gibi düşer çünkü Hara iddialıdır. Zira, kişisel gelişimci Hara ‘dünyanın
yeni Paulo Coelho’su’ olma konusunda
kararlıdır. [4]
Bu röportaj Hara’nın kendini
nasıl tanımladığına dair oldukça önemli bir göstergedir. Zira medyanın
sağladığı bu görünürlük, dün Hara’nın adını bile duymamış olan milyonlarca
kişinin karşısına geçip ‘ben dünyanın yeni Paulo Coelho’su olacağım’ deme
cesaretini altın tepside sunmuştur.
Tüm bu ilişki silsilesi medyaya
bol tık, rating ve tiraj olarak geri dönmüştür, dönmektedir. Her ne kadar raf
ömrü dolunca piyasadan toplanacak olsa da medya bu ilişkinin kaymağını yemeye
devam etmektedir. Yani bu ilişkinin en önemli kazananlarından biri medya
olmuştur.
Medya aynı zamanda bu ilişkiyle
yeni bir popüler kültür ikonu kazanmış, halka pazarlayabileceği yeni sedatif
bir malzeme bulmuştur.
Peki Lima-Hara ikilisi?
Bu hikayenin en büyük kazananı
onlar, özellikle Hara’dır. Hara bu ilişki ve medyanın bu ilişkiye yaklaşımı
sayesinde Türkiye ve dünyada ancak milyon dolarlarla elde edebileceği bir
görünürlüğü, kitle tarafından kıskançlıkla örülü bir saygınlığa daha sade bir
tabirle büyük bir üne kavuşmuştur.
Peki halk?
Hikayenin kaybedeni gibi görünse
de halkın rutininde değişen bir şey olmamıştır. Halihazırda uyuşturulmuş olduğu
için, daha önce onlarca benzer hikayeye tanıklık etmiş olmasına rağmen, ilk kez
görmüş gibi şiddetli bir iştahla hikayeyi kucaklayan kitle için değişen tek şey
isimler ve simalardır.
Peki, o zaman kilit soruya
geçiyorum.
Bu yazıyı yazmaya başlamadan
önce, yazarken ve şu an, yani bitirirken aklımda tek bir soru vardı.
“Bu yazıyı –içeriği ne olursa
olsun – dolaşıma sokmak bu hikayeyi aslında yeniden üretmek anlamına gelmeyecek
miydi?
Şüphesiz aynen bu anlama
gelecekti. Bu yazıya konu edindiğim kişiler üzerine ne yazarsam yazayım bu,
onların görünürlüğünü biraz daha artırmaya yarayacaktı. Ne yazık ki,
okuyanların büyük bir çoğunluğu arzuladığımın aksine yazıyı sonlandırmadan
sıkılıp sayfayı kapatacak, bir diğer kısmı ise ‘güzel yazı’ deyip geçecekti.
En çok korktuğum kesim ise yazıda
adı geçen isimleri bilmeyen kesimdi. İsimleri Google’da ‘kimdir?’ diye aratarak
döngünün ilk halkasına geri dönüp, çarka ivme kazandıracaklardı.
Ama yine de inandım. Belki biri
ya da birileri yazının sonuna kadar sabredip küçük de olsa bir farkındalık
yaşar ve hayata bakışında ufak da olsa bir eksen kayması yaşanırdı.
İşte popüler kültür ürünlerini
çoğu kez bu kadar kıymetli kılan da budur. Zira insanın yaşadığı toplumu
anlamasının en önemli yollarından biri de o toplumun tükettiği kültür
ürünlerini ve bu tüketimin nedenlerini anlayabilmektir.
Yazımı bir klişeye dikkat çekerek
bitiriyorum. Eğer kültür ürünlerinin analizi toplumu anlamak için bu kadar
önemli olmasaydı, kitle kültürünün ‘parlayan yıldızları’ Recep İvedik ve
Kurtlar Vadisi gibi izlekler sayısız akademik çalışmaya konu olmazdı.
Ezcümle; Bilinçli bir kültür
tüketicisi olma konusunda bir kişiye dahi ulaşsa bu yazı, benim için misyonunu
tamamlamıştır. Teşekkürler...
-->
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder