15 Temmuz 2017 Cumartesi

Popüler Kültür Okumaları Vol.3; Lima-Hara Aşkı Üzerinden Medya-Kitle-Kapitalist İdeoloji ilişkisi



“Medya, halkı tatmin etmekten çok kuşatır, bağlar. Bir yapımcının memnun etmesi gereken ilk izleyiciler, filmin mali destekleyicileri, yani sponsor şirketler, stüdyo ve TV kanalı patronlarıdır. Çünkü film ve televizyon dizilerinin çoğu halka gösterilmeden önce tamamlanır. İzleyici tepkisini yansıtacak biçimde değiştirilmeleri artık mümkün değildir... Bize, ne istiyorsak onu verdiklerini iddia edenler, bizim, onlar ne veriyorsa istememizi sağlamak için de her şeyi yaparlar.”[1]

ABD’li siyaset bilimci Michael Parenti, henüz televizyonun altın çağının başladığı 1990’lı yıllarda ‘ama halk bunu istiyor’ önermesinin nasıl bir sis bulutuna sarılı olduğunu bu sözlerle açıklamıştır.

Medya kuruluşları, toplum tabanından tepki aldıkları en radikal, en dik söyleme sahip, kendileri için bazen oldukça az önem arz eden, bazen en kısa bazen de çok uzun ‘medya partikülleri’ için yaygın olarak bu önermeyi kullanır.

“Halk bunu istiyor!”

Peki, gerçekten halk bunu mu istemektedir?

ABD’li bir diğer iletişim kuramcısı Noam Chomsky yıllarca bunun tam aksini iddia etmiştir.

Chomsky’e göre medya-iktidar ilişkisi ve bu ilişkiyi ana ekseninde kucaklayan kapitalist ideoloji halkın aslında tam olarak ne istediğini çok da önemsememektedir. [2]

İktidar ağına sarılmış olan medya halkı yoğun bir enformasyon (bilgi) bombardımanına tutmakta, onların kafasını bu bilgi kirliliği ile yorup onları paralize ederken, seyirlik eğlencelerle uyuşturarak doğru-yanlış ayrımını yapmaktan geri tutmaktadır.

Döngünün bir sonraki aşamasını yazar Adlous Huxley ‘Cesur Yeni Dünya’ romanında kurduğu distopik evrende açıklar.

Huxley, uyuşukluğu uzun bir süre devam eden ve simülasyon, geçici hazlarla kısa süreli ama yoğun tatminler yaşayan halkın bir süre sonra ‘gerçeği aramaktan, gerçeği istemekten’ vazgeçeceğini öne sürer.[3]    

Yani Huxley, kitlelerin medyanın yarattığı simülasyon evreninin halk tarafından gerçekten daha gerçek – Fransız filozof Jean Baudrillard buna hiper-gerçeklik diyor-  algılandığını söylemektedir.

Ancak döngüyü, medya-iktidar ve tüketim toplumu üçgenine yeniden indirgeyecek olursak tüm bu kuramsal bilginin veriliş amacına da otomatik olarak dönmüş olacağız.

“Halk gerçekten ne istiyor?”

Son dönemde başta Türkiye medyası olmak üzere yabancı basının da yoğun ilgisini çeken yazar Metin Hara ve Brezilyalı süper model Adriana Lima’nın magazin diliyle ‘gündeme bomba gibi düşen ilişkisini’ örneklem olarak alalım.

Elbette bu örneklemin seçilme amacı “bu ilişkinin sadece gündeme bomba gibi düşmesi” değildir.

Öncelikle bu magazinsel görünen gelişmeyi incelemeye değer kılan ilişkinin ilk göze çarpan özelliği olan ikili arasındaki sosyo-ekonomik farktır.

Bu ilişki, yazınsal tarihin ana temalarından biri olan zengin-fakir mitinin yeniden üretimi olarak görebiliriz. Bunu aynı zamanda güzel-çirkin mitinin yeniden üretime sokulması olarak da görebiliriz.

Masallardan başlayarak edebiyata oradan tiyatro ve sinemaya - örneğin Yeşilçam - uzanan klasik anlatının temelinde yatar bu mit ve şunu içerir;

“İki cihan bir araya gelse de aralarındaki farklar (sınıfsal, ekonomik, estetik) dolayısıyla bir araya gelemeyecek olan iki aşık bir araya gelirler. Çünkü aşk her şeyin üstünde durmaktadır, çünkü mucizeler her köşe başında bizi beklemektedir. Sabredin ve bekleyin!”

Yukarıdaki satırlara uzaktan baktığımızda bize olumlu bir tasavvur sunsa da aslında satır araları çoğu zaman olduğu gibi gerçek mesajı saklar.

Evet, iki cihanın iki farklı insanı bir araya gelmiştir. Ama nasıl?

Gerçek olmayan mucizeler sayesinde... Peri anneler, yedi cüceler, prensler ve camdan ayakkabılar...

Yakın tarihin peri masallarında da durum farksızdır. İki aşığın bir araya gelmesi yine mucizevi ve beklenmedik gelişmeler sayesinde olur.

Dolayısıyla hikayelerin son kod kırıcıları – yani halk, kitle – mucizelere olan tutkusu nedeniyle bu ilişkileri hemen bağrına basar. Gerçek hayattaki bu peri masallarının gerçekliğini sorgulama ihtiyacı hissetmeden kabul eder.

Evet, kitle bu masalları kendininmiş gibi kabullenmeye hazırdır. Peki medya bu hikayenin neresindedir?

1982 doğumlu yazar, kişisel-gelişim uzmanı Metin Hara kariyerinin henüz başında birçoklarına göre gelecek vaat eden, bir kısmın ise hiç haberdar olmadığı, popüler kültür ikonu olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir simadır.

“Aşkın İstilası” adıyla yayınladığı üçlemenin ilk halkası “Yol” binlerce satarak kısa sürede ‘Best-Seller’ listesinde üst sıralara tırmanmıştır. Lima ile olan ilişkisi geleneksel ve sosyal medya üzerinden dolaşıma girmeden bir kaç ay önce de yazarın “Yol” kitabı İngilizce olarak yayınlanmıştır. Estetik açıdan değerlendirecek olursak Hara, genel-geçer estetik algısında ‘vasat’ bir noktada konumlanmaktadır.

36 yaşındaki dünyaca ünlü Brezilyalı top model Adriana Lima ise Victoria’s Secret isimli iç çamaşır markasının baş mankenlerinden biridir. Melek olarak anılan bu modeller dünya genelinde, medyanın da büyük katkısıyla zaman içerisinde birer ‘arzu nesnesi’ne dönüşmüşlerdir.

Dolayısıyla, dünya üzerindeki heteroseksüel eğilimlere sahip bir çok erkeğin ve homoseksüel eğilime sahip kadınların beğendiği ve / veya arzuladığı bir semboldür Lima.

Bu şartları baz aldığımızda medya, Lima-Hara ilişkisini güzel-çirkin miti üzerinden değerlendirerek yeniden üretime sokmuştur.

Ve beklenen olmuş, halk da medyanın zokasını yutarak bu ilişkiyi konuşmaya başlamıştır.

Bir kesim kitle Hara’nın Lima ile birlikte olabilecek kadar yakışıklı olduğunu söylemektedir. Bir başka kesim ise ‘dünya güzeli’ Lima’nın Hara’da ne bulduğunu ve ona neden aşık olduğunu anlamamaktadır. Bu kesim aynı zamanda Hara’nın Lima’nın onunla birlikte olabilecek kadar zengin olmadığına da kanaat getirmiştir.

Zira bu – yargılayıcı, indirgemeci ve insanları kategorilere ayırarak, istifleme konusunda her türlü hakkı kendinde bulan – kitle aynı sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel pozisyonlara sahip olmayan iki kişinin aralarında para ve / veya güzellik bağlantısı olmadan bir aşk yaşayabilme olasılığına hiç ihtimal vermemektedir.

Medya ise bu ilişkiyi yine aynı bağlamda sunarak, ilişkiyi konuşup konuşturarak standart iki insan arasında olabilecek bir ilişkiye haber niteliği kazandırmaya devam etmektedir.

Gerekçe ise hep bildiğimiz gerekçedir; Çünkü halk bunu istemektedir.

Tüm bu süreçte titizlikle irdelenmesi gereken üç sacayağı vardır. Kitle, medya ve Hara-Lima...

Hara-Lima ilişkisi ve bu ilişkinin haber olarak servis edilmesi en çok kimin işine yaramıştır?

İlk olarak medya...

Medya ezber bozmamış, her ’sürpriz’ ilişkiye uyguladığı formülü bu ilişkiye de uygulamıştır. Önce havaalanında çekilen gizli kamera görüntüleri ‘sürpriz aşkın ilk kanıtı’ olarak servis edilmiştir.

Haberin servisi, kitle arasında büyük heyecan yaratmış, Lima’yı tanıyıp Hara’yı tanımayanlar Google’a çılgınca ‘Metin Hara kimdir?’ sorusunu sormuştur.

İkilinin fotoğrafları ve özgeçmişleri uzun foto-galerilerle dolaşıma sokularak halkın bilgilenmesi sağlanmıştır. Bu ‘kamu yararına’ yapılan katkının ardından taraflara söz hakkı doğmuş ve ilk açıklama daha az ünlü olan Hara’dan gelmiştir. Hara’nın bu ilişkiyi doğrulaması kendinde her türlü yargılama hakkını gören kitleyi adeta galeyana getirmiştir.

Medyanın bir sonraki adımı ise ikili arasındaki ilişkinin geçmişteki izlerini sürmek için yine bu ikilinin sosyal medya paylaşımlarını taramak olmuştur. İkili arasında ilişki başlamadan yaklaşık üç ay önce ilk temasın tamamen ‘profesyonel’ gerekçelerle gerçekleştirildiği saptanmıştır.

İkilinin yeni fotoğrafları –özellikle öpüşürken- tekrar tekrar dolaşıma sokularak adeta bu iki insan öpüşüyor öyleyse kesin aşıklar dercesine paylaşılmıştır.

Hatta bu magazin hadisesinin etinden sütünden yararlanmak isteyen medya, işi bir nokta daha ileriye taşıyarak ikilinin eski aşklarına mikrofon uzatıp, fikir alma noktasına getirmiştir.

Ertesi gün doğduğunda ülke gündemin en önemli maddelerinden biri Lima-Hara aşkıdır. Zira bir önceki gün ana akım medyanın önemli kalemşorları köşe yazılarının bir kısmını bazılarıysa tamamını bu aşka ayırmıştır.

Diğer taraftan tatile çıkan ikilinin ‘romantik’ fotoğrafları üç saat arayla sosyal medya üzerinden dolaşıma sokularak olay ısıtılmaya devam edilmektedir.

Medyanın magazinini yapan internet siteleri kimsenin birbirine yakıştıramadığı –üzerine vazife olmamakla birlikte – bu çiftin arasındakinin reklam aşkı olduğunu dillendirmeye başlamıştır bile...

Hara’nın kitabının İngilizce edisyonun reklamı için ünlü modelin şöhretinden para karşılığı yararlanıldığı hatta Hara’nın Lima’nın yakın bir arkadaşının sahibi olduğu özel bir TV kanalında yeni sezon için bir program hazırlığında olduğu iddia edilmiştir.

Pop-Art akımının en bilinen siması Andy Warhol’un izinden giderek kendi ünlülerini yaratma konusunda bir hayli başarılı olan bu medya patronu iddialara göre programdan önce Hara’yı daha şöhretli kılarak yüklü rating’leri hedeflemektedir.

İddialar doğruysa bu, sacayağının kapitalist ideoloji –medya ilişkisi ayağını açıklamak için önemli bir veridir. Zira bu bağlamda, medyanın Hara’yı parlatırken harcadığı emek medyaya finansal açıdan geri dönecektir. Öte yandan medyanın Hara-Lima ilişkisini haberleştirmesi, kapitalin medya içeriğine olan etkisine dair de oldukça önemli bir göstergedir.

Elbette Hara da bu süreçte açıklama yapmaktan geri durmamaktadır. Top model Lima’yı Türk gelini yapma konusunda kararlı adımlar atan Hara Lima’yı ‘yengeniz olur’ noktasına kadar getirmiştir.

Buradaki ‘yenge’ tanımına dikkat çekmek isterim. Zira Türk halkı yabancı gelinleri sever. ‘Yenge’ kelimesi Lima’nın artık ‘bizim kızımız’ olduğuna dair kamuoyu oluşturmak, onu Türkleştirmek adına kullanılan önemli bir terimdir.

Türkiye medyasının özellikle Türkiye’ye transfer edilen futbolcuların eşleri ile ilgili kullandığı bu terimi  kendi dilinde Lima için de benimsediğini görüyoruz.

Bu noktada ‘yenge’nin alelade seçilmiş bir tanımlama kelimesi olduğunu düşünmek en hafif tabiriyle biraz ‘saflık’ olacaktır. 

Hara ise medya sitelerinin ‘PR aşkı’ iddialarını şiddetle yalanlarken, aralarındaki aşkın gerçek olduğunu söylemektedir.

Sürecin sonuna yaklaşırken gelişmelerin kırılma noktası henüz çiçeği burnunda aşık Hara’nın ülkenin ünlü röportörlerinden birine, ‘romantik’ tatilini bölerek verdiği röportaj olmuştur.  

Henüz iki gün önce kitlenin büyük bir kısmının adını bile duymadığı Hara verdiği bu röportajla ülke gündemine bomba gibi düşer çünkü Hara iddialıdır. Zira, kişisel gelişimci Hara ‘dünyanın yeni Paulo Coelho’su’  olma konusunda kararlıdır. [4]

Bu röportaj Hara’nın kendini nasıl tanımladığına dair oldukça önemli bir göstergedir. Zira medyanın sağladığı bu görünürlük, dün Hara’nın adını bile duymamış olan milyonlarca kişinin karşısına geçip ‘ben dünyanın yeni Paulo Coelho’su olacağım’ deme cesaretini altın tepside sunmuştur.

Tüm bu ilişki silsilesi medyaya bol tık, rating ve tiraj olarak geri dönmüştür, dönmektedir. Her ne kadar raf ömrü dolunca piyasadan toplanacak olsa da medya bu ilişkinin kaymağını yemeye devam etmektedir. Yani bu ilişkinin en önemli kazananlarından biri medya olmuştur.

Medya aynı zamanda bu ilişkiyle yeni bir popüler kültür ikonu kazanmış, halka pazarlayabileceği yeni sedatif bir malzeme bulmuştur.

Peki Lima-Hara ikilisi?

Bu hikayenin en büyük kazananı onlar, özellikle Hara’dır. Hara bu ilişki ve medyanın bu ilişkiye yaklaşımı sayesinde Türkiye ve dünyada ancak milyon dolarlarla elde edebileceği bir görünürlüğü, kitle tarafından kıskançlıkla örülü bir saygınlığa daha sade bir tabirle büyük bir üne kavuşmuştur.

Peki halk?

Hikayenin kaybedeni gibi görünse de halkın rutininde değişen bir şey olmamıştır. Halihazırda uyuşturulmuş olduğu için, daha önce onlarca benzer hikayeye tanıklık etmiş olmasına rağmen, ilk kez görmüş gibi şiddetli bir iştahla hikayeyi kucaklayan kitle için değişen tek şey isimler ve simalardır.

Peki, o zaman kilit soruya geçiyorum.

Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce, yazarken ve şu an, yani bitirirken aklımda tek bir soru vardı.

“Bu yazıyı –içeriği ne olursa olsun – dolaşıma sokmak bu hikayeyi aslında yeniden üretmek anlamına gelmeyecek miydi?

Şüphesiz aynen bu anlama gelecekti. Bu yazıya konu edindiğim kişiler üzerine ne yazarsam yazayım bu, onların görünürlüğünü biraz daha artırmaya yarayacaktı. Ne yazık ki, okuyanların büyük bir çoğunluğu arzuladığımın aksine yazıyı sonlandırmadan sıkılıp sayfayı kapatacak, bir diğer kısmı ise ‘güzel yazı’ deyip geçecekti.

En çok korktuğum kesim ise yazıda adı geçen isimleri bilmeyen kesimdi. İsimleri Google’da ‘kimdir?’ diye aratarak döngünün ilk halkasına geri dönüp, çarka ivme kazandıracaklardı.

Ama yine de inandım. Belki biri ya da birileri yazının sonuna kadar sabredip küçük de olsa bir farkındalık yaşar ve hayata bakışında ufak da olsa bir eksen kayması yaşanırdı.

İşte popüler kültür ürünlerini çoğu kez bu kadar kıymetli kılan da budur. Zira insanın yaşadığı toplumu anlamasının en önemli yollarından biri de o toplumun tükettiği kültür ürünlerini ve bu tüketimin nedenlerini anlayabilmektir.

Yazımı bir klişeye dikkat çekerek bitiriyorum. Eğer kültür ürünlerinin analizi toplumu anlamak için bu kadar önemli olmasaydı, kitle kültürünün ‘parlayan yıldızları’ Recep İvedik ve Kurtlar Vadisi gibi izlekler sayısız akademik çalışmaya konu olmazdı.

Ezcümle; Bilinçli bir kültür tüketicisi olma konusunda bir kişiye dahi ulaşsa bu yazı, benim için misyonunu tamamlamıştır. Teşekkürler...  


-->



[1] Michael PARENTI, Kirli Gerçekler, İmge Kitabevi, Ankara, 1997, s: 135
[2] Noam CHOMSKY, Medya Denetimi, Tüm Zamanlar Yay., Istanbul, 1991
[3] Adlous HUXLEY, Cesur Yeni Dünya, İthaki Yay., İstanbul, 2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder