4 Aralık 2009 Cuma

Arapsaçı



Nasıl bir lezzet bu yahu ? İnsan önce bir lokma alıyor. Bu lokma ilk olarak dilin ucundan gerisine doğru acımtrak ve mayhoş bir tat bırakarak genze ilerliyor. Anasona benzeyen bir lezzeti vardır arapsaçının. Rakının tadından hoşlananlar sevecektir. Bu şahane bitki ağzı garip aroması ile şenlendirirken, ikinci lokma ile birlikte süt kuzunun yumuşak etiyle damak çatlatan ikinci şoku yaratıyor. Bu iki lokma doğu(hayvansal ziyafet)ve batı(bitkisel ziyafet)sentezi yapıyor. Çiğnedikçe özünü salan bu iki zıt kutup birbirini özlemle kucaklıyor. Yıllardır iki kardeş halkın uğraşıpta yapamadığını bu masum ot iki lokmada yapıveriyor. Arapsaçını seven çok seviyor, sevmeyen de nefret ediyor. Ben ölüp bayılanlar tarafındayım.
Arapsaçı, dünyanın bilinen en eski yenilebilir bitkisiymiş. Bende arapsaçını araştırırken öğrendim. Romalı kadınların bu bitkiyi şifa niyetine kullandığı biliniyor. Arapsaçı, aslen bir rezene türüdür.(Bitki çaylarının önü alınmaz yükselişi ile birlikte raflarda yerini aldı. Belki gözünüze çarpmıştır.) Yabani rezene olarakta biliniyor. Tohumu, Türk mutfağında çok kullanılmıyor. Genelde bebeklerde ki gazı söktürmek için aktarlarda kolayca bulunabiliyor. Yaprakları yani arapsaçı denilen kısmı bazen standart bir zeytinyağlı yemek gibi soğanla pişiriliyor, bazen haşlanıp zeytinyağı-limon ile meze olarak servis ediliyor, bazen de (ki benim en sevdiğim:) kuzu etli bir yemek halini alıyor.
Anne tarafından rahmetli dedem, Girit adasından mübadele sırasında İzmir'e göç eden Türklerdenmiş. Anneannem İzmirli olmasına karşın, evliliklerinin ilk yıllarında bulduğu her otu yiyen bu adamın mutfak anlayışını yadırgıyor. Çünkü Girit mutfağı, Ege'den biraz farklı. Hatta Ege'de espri konusudur bu durum. Şöyle ki; Otların seyrelmiş olduğu bir açıklık göründüğünde buradan kesin bir Giritli geçmiş denir. Çünkü Giritliler kimsenin yemeyi aklından geçirmediği garip otları yerler. Anneannemde geçen yıllar içerisinde bu otları(radika,cibez,sarmaşık,turp otu,ARAPSAÇI vb.) benimsiyor. Karaburun yolunda yüz metrede bir durup ot yolduğunu bilirim!
Tabağı soluksuz bitiriyorum tabii ki her zaman olduğu gibi:)Sonra başımı sokağa doğru çeviriyorum. İzmir geldiğimden beri pek bir sakin yada ben İstanbul cehenneminden geldiğim için bana öyle geliyor. Nereye gitsem sanki hep aynı yeri adımlıyormuşum gibi algılıyorum diyerek yine derin düşüncelere dalıyorum. İzmir yine güzeldi. İzmir hep güzeldi ama birşey, o geldiğimden beri hissettiğim ama adını bir türlü koyamadığım şeyin eksikliğini itiraf ediyorum kendime. İzmir aynı İzmir'di ama ben kahrolası ben yine değişmiştim. Nefret ediyordum işte bu durumdan! Söylene söylene gitmiştim İstanbul'a ama alışmışım farketmeden! İstanbul, geniş gerdanlı, iri memeli bir kadın gibi marmara denizinin etrafına edalı edalı uzanmış, saçlarını savurup, gözlerini süzerek" ya gördün mü benim etkileyemeyeceğim hangi ademoğlu varmış" diyordu uzaklardan. Kulaklarımın kime olduğunu bilmediğim bir kızgınlıktan kızardığını hissediyordum. Dişlerimi sıktım, birazda gözlerim yaşlandı işin doğrusu. Farketmedi kimse! Kendimi sevgilimi aldatmış gibi hissediyor, pişmanlığını yaşıyordum. Arapsaçının kekremsi tadı ağzıma geliyordu.
Aidiyet sorunu ne lanet birşeydi böyle. Her yeni girilen dönem bir öncekini aratıyordu. Tam birine yeni alışmış, sefasını sürüyorken, hevesini henüz almamışken üstelik, o dönem bitiyor, haydi bakalım en baştan yeni bir dönem başlıyor ve sen değişikliklere alışmak zorunda kalıyordun. Zaman, mekanı insanın elinden sürtük bir üvey anne tavrıyla küçük bir çocuktan gıcır gıcır oyuncağını alır gibi büyük bir zevkle alıyordu. Zaman geçtikçe hızlanıyor, daha da, daha da hızlanıyordu. Dur desen bir saniyeyi bile bekletemezken, zaman pejmürde bir serseri gibi başını alıp saatler öteye kaçıyordu. Biraz önce sana dün oluyordu. Dün burdayken, yarın orada oluyordum.
Tüm bunlar aklımdan geçerken, arapsaçı ellerini şehvetli bir şekilde yüzümde dolaştırıyordu. O, kokusuyla beni yoldan çıkarmayı aklına koymuştu. Silkelenerekek kendime geldim. Arapsaçı ılıman ve yağışlı iklim bitkisiydi. Arapsaçı ilk yağmurlarla topraktan güneşe uzanır, tükenir tekrar biterdi. Arapsaçı beni bekleyecekti, bu belliydi! O kasvet bulutları bir anda dağılıverdi kafamın üstünden. Bu tat değişirmiydi be ? Mümkün değil, değişmezdi. Ailemden biri gibi beni kayıtsız şartsız seviyordu bu masum ot :) O an yine bir geçiş döneminde olduğumu anladım. Hayat beni bir süreliğine kündeye getirmişti yine. Neler geçmiyordu ki hayatta bu geçmesindi! Yarı-nereli olduğumu bilemediğim bir dilimdeydim. Taşlar elbet yerine oturacaktı. Arapsaçı gözlerini kırpıp başını "evet aynen öyle" der gibi sallıyordu. Tabakta yerini almış, bana iş atıyordu tadına bakayım diye :) Çok gençtim sanırım bu kadar dertlenmek için! Şüphesiz tadına bakacağım çok arapsaçı vardı sırada!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder