20 Aralık 2009 Pazar

İstanbul Günlükleri 3: Trafik ve Hava Şartları



Mevsimin kışa dönüp, yağışların başlaması ile birlikte İstanbul delileri kendini sokağa attı. Dalga geçmiyorum. Çok ciddiyim. Burası yaşamaya başladığımdan beri hiçbir zaman nizami bir şehir olmadı. Asla anlayışlı, güler yüzlü insanlarla toplu taşım araçlarını paylaşamadım. Ne kadar suratsız olduklarını bilip kendimi hazırlayarak gelmiştim buraya ama yağmurun İstanbullular üzerinde böylesine yoğun bir etkisi olacağından haberdar değildim.
Kozyatağına taşınmamla birlikte İstanbul trafiği bana kirli yüzünü yavaş yavaş göstermeye başladı. Üzerine birde buranın garip havası eklenince ulaşım benim için bir işkenceye dönüştü. İlk hafta okula gidip gelmek için alternatif yollar aramakla geçti. İşte bu ilk hafta farklı tecrübeler edindim. Öncelikle Kadıköy'den Kozyatağı'na ulaşmak isteyenler için şiddetle KADIKÖY-FİKİRTEPE minibüsünü tavsiye ediyorum. Saat kaç olursa olsun bu minibüsün kullandığı hat açık. Aralardan biryerlerden gire çıka en fazla 25 dakikada sizi Atatürk caddesine çıkartıyor. En son araç saat 01:00'de kalkıyormuş. Henüz o saate kadar Kadıköy'de kalmam gerekmediği için bu bilgi ne kadar doğrudur bilemiyorum.
Alternatif arayışlarımın 2. günüydü sanırım saat 8 civarı Fındıklı Mah.(19F) lanetli otobüsüne bindim. Buranın ehlikeyif şoförleri olması gerektiği gibi duraklarda sadece ön kapıyı açmıyor. Tüm kapıları açarak izdihama sebep oluyor. Derdi durakta fazla oyalanmamak. Şamata bu işlemi yaptığı 4. duraktan sonra, otobüs yolcularının popülasyonunun artmasıyla başlıyor. Zaten ıkış tıkış olan otobüs domuz gribi korkusundan camları kapatıp, temiz havayı engelleyen birkaç gerizekalı yüzünden iyice havasızlaşıyor. Bunun üzerine otobüsün camları buğulanıyor. Hangi durakta veya yolun neresinde olduğunu göremeyen yolcular daha da huysuzlaşıyor. On dönüm bostan yan gel osmancı şoför her durakta azalmayan otobüs popülasyonunu pompaladıkça pompalıyor. Tüm bu kalabalıkta ayakta durmaya çalışan zavallı İstanbullular yeni binen yolcuların akbillerini(İzmir'de ki kentkart, ankarada ki ego gibi bir mekanizma)elden ele makinaya gönderiyorlar. Gökyüzüde yerinde durmuyor tabii ki kış boyunca güneşi göstermeyip, çişli çişli yağmur damlattığı yetmiyormuş gibi tam iş çıkış saatinde başlıyor yeniden yağmaya... Burada trafik zaten sorunlu, her an kilitlenmeye müsait.Asfaltların ıslanmasıyla birlikte 20 dakilalık yol oluyor size 45-50 dakika... Ben otobüsün en arka kapısına yakın ayakta duruyorum. Uzun, ince yapılı 40-45 yaşlarında olan bir bey önce inceden, sonra şiddetini arttırarak homurdanmaya başlıyor. Çok yoğun bir huzursuzluğu var bu alenen ortada. O kadar abartılı hareketleri var ki derinden gözlem yapmayan biri onu şüphesiz ki deli sanır. Adam, önce trafiğe ardından şoföre söyleniyor hatta söylenmekle kalmıyor birkaç cümle sonra tabiri caizse ana avrat düz gidiyor. Otübüs emekleyerek gitmeye, şoför adamdan habersiz sürmeye ve yolcu kabul etmeye devam ediyor. Adam önce "hay ben böyle trafiğin bilmem neresine ne yapıyım, senin gibi şoförün anasını bilmemne edeyim, büroya geç kaldım böyle otobüsün ağzına yapayım" şeklinde serzenişlerini sürdürüyor. Bir yandan da telefonu çalıyor. Arayanlarada çemkirmeyi ihmal etmiyor. Tekrar bir durağa yanaşıyoruz. Otobüsün tüm kapıları açılıyor. Yaşlı bir kadıncağız yanında küçük bir oğlan çocuğu ve genç bir kadınla otobüse bizim kapıdan zorla biniyor. Bizim adam( artık dayanamayarak kendisine deli demek zorundayım) bizim deli köpürerek kadınlara bağırmaya başlıyor" kardeşim yüz kere indim çıktım şu merdivenleri millete yer vermek için yok mu başka yer daha nereye gireceksiniz görmüyor musunuz zaten içerisi tıklım tıklım dolu zaten büroya geç kaldım" diyerek kayışı koparıyor. Deliden yeterince ürkmüş olan yolcular iyice geriliyorlar. Bu sefer kadın" yer vardıda biz mi binmedik kaç dakikadır yağmur altında bekliyoruz. keyfimizden mi bekliyoruz" diyerek deliyi sindiriyor. Bunun üzerine vicdan yapan deli otobüsü germeye devam ediyor. Delinin bir dürtük uzağındaki koltukta, neredeyse ağzından salyalar akıtacak kadar derin uyuyan bir adam var. Belli ki zor ve yorucu birgün atlatmış. Deli, delice söylemini bir kenara bırakarak 5 akika önce çemkirdiği kadından "ahh hanımefendi çocuğunuzda var sizin biri size yer versin" diyerek iyi niyetli bir açılımda bulunuyor fakat olayın akabinde The Deli, derin derin uyuyan adamı iç organlarına kadar sarsarak uyandırıp tekrar bağırmaya başlıyor. İşte bu diyalog korkunç!

The Deli: Uyansana kardeşim çocuklu bayana yer ver!

Adam: Ben uyuyorum uyumayan biri yer versin!

The Deli: Uyuma o zaman!

Adam: Benim belimde fıtık var!(uyumakla ne alakası var bilmiyorum)Ben oturarak yolculuk etmek için ilk duraktan bindim.

The Deli: Benimde belimde fıtık var! Zaten geç kaldım büroya!

Adam, kendine (The Deli'nin baskıcı manüpülasyonuyla) haklıyı şaşırıp tenkidle bakan bir grup gözden utanarak kadının çocuğunu kucağına alıyor. Delinin bu olay üzerine iyice nevri dönüyor. "Aç kapıyı aç ineceğim sana diyorum şoför açsana kapıyı" diyerek bir araba küfürle kendini ıslak sokaklara atıyor. Gevşeyen otobüs halkı derin bir ohh çekiyor, en azından deniyor.(malum otobüs atmosferi...)

Şimdi siz söyleyin bana! Bu şartlar altında, bu şehirde ikamet eden kimin yüzü gülebilir ki bu insanların gülsün? Ben bir İzmirli olarak alışmışım yarım saatte şehrin bir ucundan diğer ucuna gitmeye...Peki bu insanlar üç kuruş uğruna sabahtan akşama kadar it gibi çalıştıkları yetmiyormuş gibi neden tam rahat edecekleri saatte bir sınavıda trafikte atlatsınlar? Neden ? Şimdi bu insanlar mı deli ? Yoksa onları bu koşullarda taşımaya zorlayan zihniyet mi dengesini kaybetmiş? Cevabı inanın çok zor! Benim tuzum kuruyken bile bu kadar içerlemişsem, mecbur olanlar ne yapsın? Allah akıl versin diyebiliyorum sadece! Hem delirenlere, hem delirtenlere...

1 yorum:

  1. senin tuzun kuru tabi benm tuzum kru mu senin mi tuzun kuru benim mi tuzum kuru ?

    YanıtlaSil