27 Temmuz 2012 Cuma

Küçük Bir Öykü Bu - 1

"Küçük bir öykü bu
Herkesin başından geçen
Hay allah ne oldu dedirten
Gül gibi geçinip giderken"


Yazar onu ilk gördüğünde 10 yaşındaydı. 1998 yılıydı. Henüz deprem nedir bilmiyordu İstanbul sakinleri. Kıvır kıvır siyah saçları vardı kızın beline kadar uzanıyordu. Kız 13 yaşındaydı. Belli belirsiz şekillenmeye başlayan bedeninde, üstüne henüz tam oturmayan sarı bikinisiyle sahilde saçlarını savurarak geziyordu. Yazarın 10 yaşındayken ona dair hatırlayabildiği tek görüntü buydu. Siz de bilirsiniz o yaşlar anıları bölük pörçük hatırladığımız ve şimdi hatırlayan biri anlattığında tekli görüntüleri birleştirip anı haline getirip, saklayabildiğimiz yıllardı. Kızın adını kuzeninden öğrenmişti. Kızın adı Asya'ydı. Ertesi yıl deprem oldu. Her yaz gidilen bu sahil ilçesinin kapısına onlarca sakini kilit vurdu. Burayı yıllarca ıssız bıraktılar. Kimileri evlerini sattı hatta.  Yazar kendi şehrinde büyüdü, büyüdü ve ergen oldu. Hormonları harekete geçmiş ve kendini keşfetmeye başlamıştı. Kafası da oldukça karışıktı. Zaman su gibi akıp geçti. Herkes büyüdü, herkes yaşlandı kimileri öldü. Hafıza denizi dalgalanmaya başladı ve bu dalgalar dimağlardan depreme dair hezeyanları hafifletti. Kilitler açıldı, balkonlar yıkandı, sabahları taze yoğurt kurabiyelerinin kokusu ilçeyi yeniden sarmaya başladı. Çocuklar, genç kız ve delikanlı olarak döndüler. Mahalle aralarında oyun oynayanlar, kuma en derin çukuru açmaya çalışanlar içlerindeki uçsuz bucaksız merakla birbirlerini yakın markaja alıp geçen yılların birbirlerinde yarattığı değişikliği gözlemlediler. Kimileri aradaki boşluğu hemen kapadı, helvalar yerini ilk biralara, didişmeler ise ilk öpücüklere bıraktı. Yıllar önce birbirlerinin en yakını olan kızlar ve oğlanlar artık birbirleri için hiçbir şey ifade etmediklerini fark ettiler. Şüphesiz ki zaman herkesi değiştiriyordu...

2002

Yazar, 14 yaşına gelmişti. İlk kez yanında ailesi olmadan tatile çıkıyordu. İçinde bilinmeyene karşı aynı anda duyulan merak ve tedirginlik vardı. Ama bunu istiyordu. Oraya gidecek ve gençler ne yapıyorsa aynısından yapacaktı. Hem burada herkes çok eğleniyordu duyduğuna göre. Kuzeni ve arkadaşları yazarı iskeleden karşıladılar. Yazar yarım saate ortama ısındı. Tatil güzel geçecek gibi görünüyordu. Bir kaç gün içinde yazar buranın ritmine ayak uydurdu. Bir gün bakkalden eve dönerken apartmanın altındaki kafede kuzeni bir kızla tavla oynuyordu. Kızın kavruk teni, biçimli dudaklı, uzun simsiyah kirpikleri ve tabii ki kıvır kıvır saçları vardı. Yazar önce tanımasa da sonra hemen hatırladı bu kız sarı bikinili kızdı. Şu yıllar öncesindeki görüntünün sahibi. Yazar masaya oturalı 10 dakika olmuştu ama konuşmak şöyle dursun kız kafasını çevirip bakmıyordu bile. Yazar kuzeniyle biraz konuştuktan sonra anahtarı aldı ve eve çıkmak için ayağa kalktı. Kalkarken "şeytanınız bol olsun" dedi. Şeytanı bol olmalıydı, şeytanı, tüyü veya her neyi ise artık bol olmalıydı. Bu kız kimse acilen tanınmalıydı. Yazar masadan kalkarken, kız ona bakmadı bile...

...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder