5 Ağustos 2010 Perşembe

Tutku...


Şarabın buruk tadı damağımda, güzel bir günün sonunda İstanbul ışıklarını izlerken düştü gözlerin... Gece acıkmıştı, anladım! Oynaşıyordu ışıklar denizin üzerinde, gün içinde canımıza okuyan yüksek nem dağılmış ve gece kendini tatlı bir serinliğin kucağına bırakmıştı. Değiştiriyordu gece beni ve kendini! Renkten renge kılıktan kılığa... Alkolün gevşettiği bedenim, serinleyen havayla birlikte farklı bir mayhoşluğun içindeydi! İlk defa seni istediğimi farkettim böylesine derinden. Yavşakça değil sağlam bir tutkuyla! İliklerine hatta hücrelerine kadar tadına bakmak istedim! Dudakların çıkmadı bu gece zihnimden. Vücudunun en ücra yerlerine değmek ve seni yaşamak istedim doyasıya!
"Siz hiç başınızı birinin göğüs kafesinden içeri sokup ruhuna baktınız mı?" Ben bakıyorum! Bakıyorum ve sizin göremediklerinizi görüyorum! Çok yüksek duvarlı, geniş ve karanık hatta zeminsiz bir oda hayal edin isterim! Bu odanında tavanında minicik bir penceresi olsun! İşte gözlerin sihri burada! Çünkü gözler ruhunuzun dünyaya açılan penceresi! Gözlerde ışığı görürseniz( ki ben karanlığı gördüm) işareti almışsınızdır. Beni gözler kesmedi çünkü öyle bir hazine var ki içeride yakından daha yakından bakmalıyım! Bu yüzden daldırdım kafamı ruhuna! Adım adım özüne yaklaşıyorum kadın! Ruhuna sızarsam benim olursun bunu bil! Sana ait olmam ama sen benim olursun!
Karanlığın ışığı durma yıldız gibi kay gecelerime! Bir ateş yak ellerinle, kibrit olsun parmakların! Ruhumu yakan kadın durma sakın! Çağla şelale gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder