10 Ocak 2010 Pazar

"Soul Kitchen" Kitchen Tamam ama Soul Yok!


Eser, tüketicinin beklentisi ve algılayabildiği ölçüsünde tatmin yaratıyor veyahut yaratamıyor. Örneğin bir yönetmen filmine ne kadar ruhunu katarsa katsın, izleyicinin frekansını yakalayamıyorsa film yenik başlıyor savaşına. Soul Kitchen'da da buna benzer bir durum mevcut.
Fatih Akın enerjik, yaratıcı ve göreli olarak başarılı bir yönetmen. "Duvara Karşı" ve "Yaşamın Kıyısında" bu yargıya varabilmek için yeterlidir nazarımda. Akın, coğrafyası itibari ile kültür şoku ürünü bir yönetmen ve bu durumu avantaja çevirebiliyor anlattığı hikayelerle. Çünkü hikayeleri bu arada kalmışlık durumundan besleniyor. Hikayeleri bu durumdan beslenirken, izleyicisini kesinlikle muallakta bırakmıyor. Seyirci filmle ilgili iyi veya kötü diyebiliyor. Fakat Soul Kitchen, müşterileri olan bizleri iki arada bir derede bırakıyor. Film bitiyor ve kimsede "ne kadar kötü film" intibası oluşmuyor fakat kimse de " vay canına ne şahane filmdi" demiyor. İzleyici içten içe bir şeylerin eksikliğini sezinliyor ve bunun tatminsizliğini yaşıyor.
Bunun sebeplerinden biri restoranın izleyiciye yeteri kadar benimsetilememesi. Ana karakterimiz Zinos(Adam Bousdoukos) sürekli ağzında Soul Kitchen'ın onun için ne kadar önemli olduğuna dair birşeyler geveliyor ama hiçbir zaman seyiriciyi işine olan bağlılığına ikna edemiyor. Sevgilisi Nadine(Pheline Roggan) Şangay'a yerleşmeye karar veriyor ve Zinos'nun da onunla gelmesini istiyor. Zinos idealist vizyonundan zerre ödün vermiyor, ortalığı birbirine katıyor. Zinos, doğru düzgün iş yapmayan restoranından bir türlü ayrılamazken, birkaç hafta geçtikten sonra restoranda işler yoluna giriyor. Müşteri artıyor, menü zenginleşiyor adeta Soul Kitchen kendini yeniliyor. Tüm bu güzel gelişmelerin üzerine, filmin başından beri Zinos'yu yanına isteyen Nadine yan çizince, Zinos herşeyini "sicili parlak" ağabeyi İlias(Moritz Bleibtreu)'ya bırakarak sebepsizce gitme kararı alıyor. İzleyici haklı olarak bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diyor. Hikayenin anlatı yapısı bir anda dağılıyor.
Seyircinin tatminsizliğinin bir diğer sebebi karakterlerin bir türlü derinleşememesi. Bence filmin yıldızı olan idealist aşçı Shayn Weiss(Birol Ünel)bile eksiltili kalıyor. Oyuncuların rollerini layığıyla canlandırmış olmalarına rağmen filmin hala tatminsizlik yaşatması, üzülerek söylüyorum ki senaryo üzerinde yeterince uğraşılmadığına
işaret ediyor. Kurulmaya çalışılan hikaye matematiksel hatalardan ötürü sekteye uğruyor.
Müzikler gerçekten şahane. Soundtrack albümü alınıp filmden "bağımsız" olarak defalarca dinlenilebilir. Çünkü filmin başından beri vurgulanan soul ile bağlantılı bir doyuma ulaştırmayan bir soundtrack'i var. Soul müzikten az çok anlayan herkes avcunu yalayarak geri dönecektir muhtemelen.
Tüm bu eksiklerinin yanında film nasıl yapıyor bilmiyorum ama sıcak atmosferini koruyor. Bu durumu çocukluk arkadaşı olan Akın ve filmi sırtlayan Bousdoukos'un sinerjisine bağlamak gerek sanırım. 3 dakikalık rolüyle Uğur Yücel filme renk katıyor. Fakat tekrar belirtmek isterim ki Birol Üner bu eksik metinde nasıl yapıyor bilinmez ama sinsice rol çalıp devleşiyor. Sırf onun performansı için bile gidilmeli filme.
Eksileri artılarından çokmuş gibi görünsede yazının başında bahsettiğim arada kalmışlıktan ötürü filmi kötülemeye gönlüm el vermiyor. Bir açıdan düşünüldüğünde vizyona o kadar çok kötü film girerken Soul Kitchen onlarla değil sadece yönetmeninin dehasıyla yarışıyor. Bu durumda filmi vasatın üstünde kılmaya yetiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder