7 Kasım 2009 Cumartesi

Çocuk, Sadece Çocuktu İşte...!


Bu cumartesi, uzun zamandır gitmek isteyip de bir türlü fırsat bulamadığım "İki Dil,Bir Bavul" filmine gittim. Filmi oldukça beğendim. Açılım adı altında küstüm çiçeği misâli bir açılıp bir kapanan hükümet yetkililerinin izlemesini şiddetle tavsiye ediyorum. Türkiye, bildiğiniz üzere birkaç aydır alt kimlik - üst kimlik tartışmalarının kucağına terkedildi. Herkesin elinde bir saz, âşık atışması gibi her kesim bir diğerine giydirme derdinde(amiyane tabirle). İşte bütün bu karmaşanın içinde film en temel sorunu öylesine basit ele alıyor ki insan kendini "işte bu, işte bu !" demekten alıkoyamıyor. Film, Denizlili yeni mezun bir öğretmenin (Emre Aydın) bir doğu köyüne tayininin çıkmasıyla başlıyor. Gittiği köyde ki çocuklar bu coğrafyada yaşamalarına rağmen Türkçe değil Kürtçe biliyor. İşte belgesel ve kurmacanın güzel dozlandığı bu çalışma, çatışmayı bu iletişimsizlik üzerine kuruyor.
Düşünün ki idealleri olan yeni mezun bir öğretmensiniz ! Çocukları eğitmek, onlara birşeyler öğretmek ve karşılığında emeğinin karşılığını kazanmak için kilometrelerce uzak bir köye gidiyorsunuz. Öyle bir köy ki bu kötü hava koşullarında üç gün elektriği kesilen ve suyun olmadığı bir yer ! Ve öğretme arzusuyla yanıp tutuşuyorsunuz, olanaksızlıklar gözünüzde bile değil ! Bir bakıyorsunuz ki öğrencileriniz bırakın dersi anlamayı, sizin söylediklerinizi bile anlamıyorlar ! Bir öğretmen için nasıl bir yıkım olur bu kimbilir ?
Olayı bir yandan Emre öğretmenin tarafından ele alırken, bir yandan da köyün sakinleri ve öğrenciler yönünden ele alabiliyoruz. Çünkü film bize bu esnekliği sağlıyor. Aileler ise hiç de bize anlatılan gibi bağnaz insanlar değil. İşte tam bu noktada devreye kişinin filmle kurabildiği bağın gücü giriyor. Çünkü bu söylediğime inanmanızı beklemiyorum. Bu gerçekliği ancak hissedebilirsiniz! Ben bu samimiyete inandım. Belgesel çekmek taraf tutmanın ta kendisi elbette ! Yönetmenle bizzat tanışmışlığımızda yok ! Zaten kendisi röportajında da açıklıyor. Bir derdimiz olduğu için bu belgeseli çektik. Biz bu sorunda bir taraftık. Ama olayları objektif olarak ve manüple etmeden yansıttık diyor. Gerisi de izleyicinin algısına kalıyor !
Sonuç itibari ile koca bir sene geçiyor. Ders yılı bitiyor. Emre öğretmen Denizli'ye dönecek artık. Herşeye rağmen bayağı bir yol da katediyorlar eğitim adına. Çocuklar karnelerini alıp yaz tatiline giriyorlar batıda ki akranları gibi.
Aslında süreç çok da farklı işlemiyor. Çünkü onlar çocuk ! Sadece çocuk işte ! Tenefüs olduğunda dünyanın her köşesinde olduğu gibi sevinen, oyun oynayan, ders çalışmayı sevmeyen diğer çocuklardan bir farkları yok! Bu çocuklar öz olarak aynı olsalarda çikolatanın resmini görüp hiç yememiş olanlar ne yazık ki ! Buyrun buradan yakınız ! Eğitim sisteminde ki bir çarpıklık daha ! Kabul etmek zorundayız ki bu çocukların anadili Türkçe değil Kürtçe. Ve hiç bilmediğin bir dilde hiç bilmediğin bir nesneyi eğitim adı altında ezberliyorsunuz. Bu sistem sadece doğuda böyle değil, bu ülkenin heryerinde aynen bu şekilde işliyor. Bu çocukların şanssızlığı doğuda olmaları. Doğu bizler için bir yön tayin ederken bu çocukların kaderini çiziyor! Ne kadar acı değil mi? Hele ki bir sahnede Türkçe bilmeyen, anlamayan çocukların yarım yamalak okudukları Andımız öylesine trajikomik ki...! Kırılma noktası sadece filmde değil, insanın ruhunda da gerçekleşiyor !
Tüm bunların yanında filmde teknik aksaklıklar mevcut. Süreyi niçin bu kadar kısa tuttuklarını da merak etmiyor değilim hani ! Filmde sağlam donelere ulaşsakta insan biraz daha tanık olmak istiyor öğretmen ve öğrencilerin yaşadıklarına.
Velhasıl kelam eksileriyle artılarıyla "İki Dil, Bir Bavul" Türkiye için geç kalınmış bir belgeseldi. Benim gibi, birçoğunuzun da bu konuyla ilgili fikirlerinin daha da netleşeceğini düşünüyorum. Umarım benim kadar sıcak ve samimi bulursunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder