12 Kasım 2009 Perşembe

İstanbul Günlükleri 2: "Çınarcık Anıları"


Vapurdayım yine:) Gözlerimi kapayarak uzakları hayal etmek alışkanlık haline geldi. Çünkü mesafeleri unutturan tek şey deniz kokusu! Aynı olmasada andırıyor işte! Bugün geçen zamanın nasıl acımasız ve dişli bir rakip, nasıl eli çabuk bir hırsız olduğunu farkettim. Yıllar, bir noktadan sonra birbirinin peşi sıra yıkılan domino taşları gibi geçivermişti takvimlerden! Ve ben, bugün yine o domino taşlarından ve takvim yapraklarından birini elimde tutuyor, bu gemide tüm geçen zamanı düşünüyordum. Çünkü gemileri sen unutsanda, onlar seni unutmuyor!
Bir yaz ortası... Lise hazırlık henüz yeni bitmiş. Kendimi keşfediyorum. O zaman o kadar büyümüş hissediyorum ki kendimi aklınız almaz! Dünyayı yakarım, ölesiye güçlüyüm yani! İşte böyle günlerden birinde, şu an oturduğum gibi bir vapur koltuğunda oturuyorum. Üç saatlik bir yolculuk bizi bekliyor kuzenimle ! Kuzenim benden bir yaş büyük ve dişil tüm özellikleri o yaştan gösteren şahane birşey:)
99 depreminden beş yıl kadar geçmiş olsa gerek. Çünkü gideceğimiz ev hasar görmüştü, sonradan kanunlar nezdinde güçlendirilmişti vesaire... Doğal olarak, aile büyükleri bizim buraya gitmemize çok sıcak bakmıyorlar ! Ama asi gençlik yerinde durur mu ? Durmaz !İşte bu kadar yıl aradan sonra Çınarcık'a gidiyoruz!
Çınarcık, Yalova'ya bağlı bir tatil beldesi! Marmara bölgesinde ki sayılı sayfiye yerlerinden biri hatta siz belde dediğime de bakmayın küçük şehir gibi bir yerleşim yeri Çınarcık ! Yüzölçümü küçük ama anılar o kadar büyük ki !
Kuzenimin anlattığına göre orada geniş bir çevresi var ! Zaten ben yoğun ısrarlar üzerine gidiyorum buraya ama içten içe özgür olma fikride acaip çekici geliyor ! Çünkü başımızda ana-baba, aile büyüklerinden kimse olmayacak! Bize ait bir ev olacak :)
Canım kuzenim didaktik tavrı ve o zaman hiç gözü açılmamış olan -ilk-genç taze- bana karşı takındığı küçük anne tavrıyla öğütler veriyor. "Çok espri yapmamaya çalış, çok gülme" gibi şimdi oldukça garip bir o kadar da sevimli gelen şeyler söylüyor! Aslında onun ki "kuzenini, gruba benimsetme çabası" ! Yaptığımız hesaplar bile bu kadar masum yani tam yaşımızın gereği gibi ! Saatler o zaman güzel işliyor tabi şimdi ki gibi kaşla göz arasında 5-6 saat geçip akşama varmıyor gün. Saniyeleri bile doya doya yaşıyor insan!Derken uzaktan ışıklar görünmeye başlıyor. İnce silüetlerden, daha belirgin daha da belirgin hale geliyor! Yolcuları bir heyecan sarıyor!
Sanıyorum bir cuma günüydü ! Çünkü, adamlar ellerinde küçük bavullarla karılarına sarılıyorlardı biz karaya ayak bastığımızda ! Sonradan öğrendim ki, hafta içi çalışan herifler, cuma gecesinden Çınarcık'ta çocuklarla birlikte tatil yapan eşlerinin yanlarına gelirlermiş. Çınarcığın ritüeliymiş bu :)
Işıklardan, insanlardan gözüm kamaşıyor! O kadar kalabalık ki ! Bu arada bir Ege sıcaklığı var o zamanlar öyle sezinliyorum! Her yer cıvıl cıvıl ! Çınarcığı bilen bilir cuma geceleri sanki taze kan pompalanır buraya ! Birden silkinir, canlanır ! Bizi iskeleden üç kişi alıyor! İsim vermeyeceğim onlar bilirler kendilerini :)Birtanesi kuzenimin en yakın arkadaşı, yıllar geçince bende tanıyorum. Anlıyorum onun ruhunun nasıl melek ışığına boyandığını ! Çünkü bu dünya için fazla fazla iyi:)Diğeri her kuzen dediğinde dönüp baktığım( çünkü kuzenimin kuzeni) insan azmanı sarı kafa, yakışıklıca bir adam ! Bana benziyor! Zaman geçince farkediyoruz ki o, ben ve kuzenim birleşince kimyasal bir reaksiyon ortaya çıkıyor. Bu reaksiyon kendini genelde gülmekten tutulamayan çiş, asansörde altına kaçırma, çene kasılması, yanak tutulması ve yoğun kasık ağrısı olarak gösteriyor! Bir de kara, kısa boylu bir adam var ki hiç göründüğü gibi olmadığını sonradan farkediyorum! Çelimsiz görünüyor falan ama çok sağlam adam ha !Şimdi dönüp baktığımda çocukça gelen, küçük sürtüşmeler de yaşıyoruz onunla ama onu tanıyana kadar her konuda bir fikri olan hiçkimseyi görmemiştim! Bu da su götürmez bir gerçek!
Sürekli bir Sabri Amca lafı dönüyor ortada... Ben anlamıyorum pek sahilden insanları yara yara eve ulaşmaya çalışırken. Bir yandan kuzenim anlatmaya başlıyor " Bak burası kokoreççi Ayhan ağabeyin yeri, biz burdan yeriz hep! Burası da dondurmacımız ! Aaaa Sabri Amca nasılsın ?" diyor kuzenim, selam veriyor dondurmacı tonton amcaya! Eve ulaşıyoruz! Kuzenimin iki halası ve rahmetli babannesi( Melahat Teyzeceğim, Meloşçum, Aysel Gürel'in Çınarcık şubesi ruhun şâd olsun) yan apartmanda oturuyorlar. Onlara selam veriyoruz. Manav Osman'ın(Sonradan kafetarya oldu bilen blir) iki yanında ki apartman. Bir sokağa dönüyoruz! 2-3 metre yürüyoruz. Sarışın çocuk anahtarla kapıyı açıyor. Onlarda iki alt katımızda oturuyorlarmış. Apartmana giriyoruz. İşte o an kilitleniyor zihnime ki şu gün bile çıkmıyor aklımın gizli bölmelerinden! Yüksek merdivenler ve yüksek tavan... ve o koku... Yazın gelmesiyle hafifleyen rutubetin, tuz kokusu ve güneş kremiyle oluşturduğu saçma ama çekici armonisi... İşte bu koku, şu satırları yazarken bile hala burnumda. Eminim herkesin zihninde böyle kilitli anlar vardır.
HOPPP!
Beşiktaş iskelesine yaklaştık! Hayalin gerçekle kesiştiği o dönemeç benim hayata karışma vaktimin geldiği işaetini veriyor. Ama bitmiyor ki? Hangimizin bitiyor allahaşkına anıları ? Geri kalanı mecburen başka bir vapur yolculuğuna kalıyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder